26 Mart 2016 Cumartesi

Bir İntihar Sahnesi

Yazabilmeyi isterken buldum kendimi hüznüm boğazıma sarılmış kafama sıkılan kurşunları ayıklama aşamasında, kendimden nefret ederken farkettim ki yazabilecek birşeyim de kalmamış artık. Sonsuz boşluğa terkedilmiş yalnızlığım ve köşede sinsi sinsi bekleyen egolarımla sere serpe uzandım yatağın yanındaki halının üstüne.  Uzandım ve o anda gördüm onu, benden uzakta ama olanca dikkatiyle bana bakıyordu. Son iki saattir ordaydı sanırım, çünkü iki saat önce başlamıştı herşey, iki saat önce hayatımdaki tek mutluluğu kendi ellerimle yok etmiştim ve ruhum beni o anda yapayalnız bırakmış olmalıydı. Sessiz ve sinirli izliyordu beni bir yandan da acıyordu belli ki halime. Naptın der gibi bakıyordu. Kendimi idamlık suç işlemiş bir suçlu gibi hissediyor celladımın gelmesini bekliyordum sanki. Kötü olan şu ki o cellat hiç bir zaman gelmiyor. Zaman geçtikçe acılar ve pişmanlıklar çoğalıyor buna rağmen hiç bir şey hissizleşmiyor, yaşanılanların ağırlığı zerre azalmıyordu. Unutulmuş bir medeniyetin tanrısız kalıp dağılmasının sızınısı hissediyordum adeta. İnsanlığa ait son parçamı kendi ellerimle söküp yakmıştım sanki. Pişman olmakla düzelseydi belki bundan daha çabuk hiç bir şey düzelemezdi evet ama kimi zaman olan bitene pişman olmaktan başka yapacak birşey bulamıyor insan.
Evet sevdim ve hatta çok seviyorum lakin sorun bu değil zaten, dedim ya benle insanlık arasında geçmişten bugüne devam eden bir sorun. Tek bir dileğim olsaydı bütün insanlığı tek seferde yok etmeyi dilerdim. Kendim de dahil bütün insanlıktan nefret ederken sevdiğim ve eşine zor rastlanır olaraktan beni sevmeyi seçen bir insanın kalbini demin, biraz önce parça parça ettim. Keşke intihar etmek daha kolay olsaydı. Saatlerdir başıma saplanmış olan ağrı o denli artmıştı ki adeta bütün evreni koskoca bir top yapmışlar ve beynime sokmaya çalışıyorlar gibi hissediyordum. O anda onun silueti belirdi karşımda. Bebekten daha narin ve daha güzel o teni sımsıcak ve karşı konulamaz derecede muhteşem bir koku. Simsiyah ve ruhumu okşayan, peri masallarına taş çıkartacak derecede güzellikte gözleri ile bedenimi teslim almaya gemişti sanki. Konuşmaya çalıştım fakat oralı bile olmadı, sessiz ama mağrur bir şekilde gitti ruhumun yanına oturdu. Oradan ikisi birden beni izlemeye koyulmuştu. O anda daha iyi bir insan olmayı herşeyden çok istedim.  Artık nefret etmeye mecalim kalmayacak derecede bıkmıştım kendimden ve bu bedenin içinde hapsolmaktan. Sanki başka bir insanın hayatını yanlış bir bedende yaşıyor gibiydim ve sırf bu yüzden o adamın hayatındaki bütün güzellikleri yok ediyordum sanki.  Balkona çıkmaya karar verdim duvarlara fazla güvenemeden. Olur ya onlarda benden bıktılarsa beni ezmek istemelerine şaşmazdım. Balkona çıktığımda temiz hava yerine iğrenç bir petrol kokusu soludum. Ruhum sayemde o kadar kirlenmişti ki o da benimle çıktı ve sanki hiç bir şey olmamış gibi yanımda dikilmeye başladı Sonra Naz geldi. O da ruhumun yanında durdu ve şehrin  her zamanki gri havasına hep beraber bakmaya başladık.  Bir hayattan doğmuş üç farklı kişi olmuştuk o anda. İki saat önce tek kişiymişiz gibi hissediyordum oysa ki. Oysa ki bu an için ne hayaller kurmuştum, beraber şarap açıcaktık ve gün doğumuna karşı keyfimizi buluncaya kadar aklımıza ne geliyorsa birbirimize anlatıp sonra sıcak bir köşede kıvrılıp yatıcaktık. Ben onun üzeri açılınca sırtını örtücektim sonra dayanamayıp yanaklarına bir öpücük kondurup mutluluk sırıtışımla o ince belindeki uykuma devam edicektim. Çok şey mi istiyorum tanrım. TANRIM çok mu şey mi istiyorum. Bir ben mi sik beyinliyim, yoksa kendi hayatını kendi kendine enkaza çeviren başkaları da var mı acaba?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder