29 Ocak 2014 Çarşamba

Gece hikayesi

Uzat bana ellerini derinden ver.. ilk görüşüm geliyor bazen aklıma. Ne kadar da hazırlıksız yakalanmıştım. Oysa ki tek hayat gayem yaşamaktı. Duygu yoktu heyecan veya heves yoktu sadece gittiği yere kadar yaşayacaktım. Hayata gönderilmiş hevessiz bir sarhoş gibi. Gayesiz ve soğuk. Sabun olmayı bekleyen bir yahudi belki de.

Sıkışmıştım mâtemsiz sevgisiz acısız ve umutsuz sokak aralarına. Geceleri içeceğim şaraptan başka hesabım yoktu. Hayattan alacağım veya vereceğim kalmamıştı sanki. Ateşle su arasındaki farkı önemsemeyecek kadar hissiz olduğumu düşünürdüm. Sonra onu gördüm, ufak ve hassas. Sanki bana tepki olarak mı gelmiştin hayata. İnanmadığım bütün gerçeklere sahip olabilir miydi bir ruh. Sanki beni esir almaya bana hayır demek için gelmişti bu gezegene. İnanmıyordum ama kendimi alamıyordum asla. Ben ne kadar çamursam o kadar su ne kadar hayâsızsam o kadar güzel olabilir miydi bir insan? Olabilirliği zorla, inatla bana kanıtlıyordu sanki. Bir insan bu kadar derin bakabilir miydi karşısında ki gözlere. Bir gözden kaçabilir miydiniz? Kim kişi gözleriyle kalbini açabilirdi ki. Hangi kalpte bu denli hayatın acımasız dallarına tutunan bir saflık görebildim? Kendimle konuşurum ben her daim her satırda ve kelimede, başkasıyla konuşurmuş gibi yaparken kendime sorarım aslında. Yaşamaya çalışan bir insana hayatı anlatmak ne zordur bilir misin? İşte o bana bunu yaptı! Hayatı anlattı yaşamayı, karşındaki gözlere inanmayı yağmurları hissetmeyi ve doğarken güneş işte benim doğuyorum ve ısıtıyorum yeryüzünü hissedeceksiniz beni derken hissetmeyi.. Tanrı sorarsa sevdin mi diye hayasızca sevdim demeyi anlattı sanki. Sevmeyi anlatmak nasıl kadim bir yeryüzü olayıdır bilir misin? Gökyüzünün renklerini anlatırken sokak çocuklarını düşünürken belki başka bir hayatın yansımasında tüm açlar tok tanrı uyumazken hepimiz özgürüz diye çığlık atmayı kim aşılayabilir kalbine? Söyle hayatın anlamını hissettiren kaç kişi çıktı karşına?

Hayatın anlamı derken her hayat vakitsizdir fakat her hayatın anlamlı zamanları vardır. Gök kuşağına aşık olmak nasıldır anlar mısın beni? Gök kuşağı yağmurla güneş arasında bir bağdır. İşte o da gök kuşağı özgürlüğü ile hayatın en belirsiz yerinde yedi rengiyle belli etti kendini.

Bazen konuşamazsın, tutamazsın senin olmayanı. Sen hep böyle kal, böyle kal ki kalbim sana tutulsun sana inansın ki utansın dünya hayatın yalanlarına inat.

Yalanlara inat yaşayan bir kalbe sahipti sanki bu ruh. Hayatın yalnız tepelerinde yaşarken kendi ufak kalbinde gezegenler ötesi bir kalp taşıyordu sanki. Gözlerinden içeri aldı kötü bir yalanda yaşayan bu bedeni. Silerken bütün vazgeçmişliği yeni umutlar dolduruyordu hayatın boşluğuna. Umutla hesabı açık kalan bir bedene umut bahşediyordu adeta. Piç bir geceye yalnızlığı armağan ederken korkularını dolduruyordu bir geleceğin. Sessiz ve sakin hayatın özlüğüne sığınarak pis yaşamı saf kalbiyle dolduruyordu sanki ki sen inançsızlığın kölesi olmuşken. Kıymetsiz bir sabaha değer biçmek ve onun siyahlığına dokunabilmek bedenindeki aşikar boşlukta ne büyük cesarettir. Bir cesaret kaç bedenden güç alabilir. Çocuk hayatın kaç farklı rengi vardır tatmak ister misin? İşte buydu anlatmaya çalıştığı o boşlukta. Renklerin kesilmiş biçimsiz saçlarından hayatıma dokunuyordu sanki. Ne yapıldıysa ne yaşandıysa ona varmak içindi sanki. Gitmeler onaydı vazgeçişler onaydi her duble onun için doldurulmuştu hayata verilen nefesler onunla alınacaklar içindi belki de. İnsana yaşam sunmak ne büyük bir erdemdir biliyor musun deliliğin karanlık koridorlarına hükmeden ruh? Sen anlamasan dahi ben anlamayı seçtim, öylece. Hani bazen hiç durduk yere ağladığın şarkı oldu mu? Benim sebebim olduğunu söylesem inanır mısın?

Her mavinin grileştiği bir şehirde aşık olmak nasıldır bilir misin? Sessizliğin bakışına sığınmak ve ona terketmek kendini. Varlığında yokluğundan korkmanın sevgisi sana koşulan yolların ezgisi hiç bitmeyecek b çırpıntı kimedir bilir misin?