12 Nisan 2013 Cuma

Düşündükçe Çoğalır İnsan

Kadın geldi ve oturdu yatağın boş köşesine, hafifçe baktı suratıma efendim dedim? Daha demin dans eden şarkılar söyleyen sen değil miydin ne ara böyle sessiz mahmur bir tavır takındın? Ne zaman karar verdin böyle kör düğüm sancıların elçisi olmaya. Evet, dedim söyle dedim.. Aklından geçenler nedir? Ama o söylemedi, baktı yüzüme anlamsız tebessümünde bir itiraf vardı sanki, sanki vazgeçmişti hayattan ve yaşamının geri kalan boşluğundan. Hepimiz boşlukta değil miyiz? dedim. Hangimiz yaşadık ki bu kuytu hayatı gönülden geldiği kadar kasvetli ve tutkulu? Söyle dedim sarstım onu.. Konuşmadı.. Bir kadın konuşmak istemezse konuşmaz.. Bunu daha önceden de öğrenmiştim ama bu sefer koydu sanki biraz. İstemiştim ki konuşsun, bu kadın bu sefer konuşsun istedim ama hiç bir kadın konuşmazdı ki o da konuşmadı sustu ve baktı gözlerimin içine. Bakma dedim git dedim istemiyorum seni uzak dur ruhuma işleme duvarlarla arkadaş etme beni kanıma girme dedim. Hiç dinletemedim. Ben zaten hiç bir kadına dinletemedim bu güne kadar.

Suratıma bakarken bir sigara istedi daha ne olduğunu anlamadan aldı ve yaktı. Dumanı yaktı gözlerimi konuşmaya çalışırken boğuldum, güldü biraz. O bazen gülerdi ve güldüğünde çok güzel olurdu özellikle güldüğünü düşünürdüm bazen. sanki güldüğünde beni alıp ellerine boğacakmış gibi olurdu. Çünkü o gülerken hiç bitmesin isterdim ve bittiğinde boşluğa düşerdim sanki. O gülerdi ben gülerdim, oysa gülmek için en ufak bir sebebim yoktu ama o güldükçe ben daha çok gülerdim. En saçma anılara dahi gülerdi. Çünkü bilirdim her şeyin bir makarnanın rüyası olduğunu ve uyandığımızda her şeyin biteceğini bu sebepten o güldükçe anı olsun diye bende gülerdim. o sanırdı ki kendine gülerim, halbuki ben hayatın manasız zamanlarında gülmeyi alışkanlık edinmiş bir bedene sıkıştırılmış saçma bir yansımaydım. Ben yansıdıkça gülmeye devam ettim o ben güldükçe anlatmaya devam etti. Ne anlattığını hatırlamıyorum bile ama o güldüğü için sanki hayatımın en özel gecesiymiş gibi geliyordu, biliyordum hissediyordum yaşananların sahteliğini ve birazdan sevişince her şeyin manasızlığını fark edip apayrı dünyalara bürüneceğimizi ama yine de kendimi bu yalan ortak etmek istiyordum. Çünkü insanlar alıştırmış kendilerini bu yalanlara ortak etmeye. Neden ben onlardan farklı olayım ki? Farklı mıyım ben?  Bireylerin zevk almak için uydurduğu yalanların hüküm sürdüğü bu toplumda bir parça olmaktan neden çekineyim ki? Neden farklılığımı ortaya koyup acılanan acı çeken bir ruha emanet edeyim kendimi? Ama yapamadım, güldüm bi süre sonra duruldum. Hala bir şeyler anlatıyordu. O sırada bütün vücudunu ve mimiklerini gözden geçirecek vaktim olmuştu. Aslında onu da dinlemiştim, yani dinlemiş gibi yapmamıştım gerçekten dinlemiştim. Ben hala çaktırmadığımı sanarken sordu bir anda ne oldu dedi? Yok bir şey dedim, ısrar etti. Nasıl söylerdim bütün hayatın manasızlığını ona yüklediğimi yaşadığımız rüyanın bitişini gördüğümü hangi gerçekliğin tanrısı söyletebilirdi bana? Yalanlar söyledim gözlerine bakarak nasıl güzel dudakları olduğuna inandırdım ona oysa ki söylediğim bir şamanın evrimini destekleyen teoriler kadar yalandı. Bir şaman olsam hayvana dönüştüğüme ikna edemezdim belki ama onu güzel dudaklara sahip olduğunu düşündüğüme ikna ettim ki gerçekten güzel dudakları vardı. Asla yanlış yerden giriş yapmazdım, bunu çok ufakken keşfetmiştim. iltifat ettiğim zaman tamamen doğru noktaya parmak basmak eski bir alışkanlığımdı.

Aklıma geldi bir an çaresiz yalanlarımın sonsuz boşluğunda kaybolan kişiliğim. Dur dedim kendi kendime, dur dedim ve bu sefer gerçekten olan biteni anlat. Dur dedim, yeter dedim insanlığa ve kendine olan inancını kaybetmişliğin. Şansını dene ve ne olacağını düşünme. Oysa ki bunu daha öncede yapmıştım. Doğruları söylediğimde başıma gelecekleri çok önceden test etmiştim. Lakin içimde beni yiyip bitiren bir sürüngen vardı, eğer bunu bir kez daha yapmazsam o beni boğacaktı. Dayanamadım, ne kadar büyük bir boşluğun ortasında olduğumu fark ettim bir kez daha. İstemiyorum dedim!! Bu yalan senaryoya dha fazla katlanamıyorum, anlat dedim, otur ve anlat ulan!! Bana gerçekten ne hissettiğini neler yaşadığını anlat dedim. Merak ediyorum dedim gerçekten neler yaşadın, bugüne kadar kimler hasat etti en saf duygulara gebe yüreğini hangi kuytu köşede kaybettin yaşama olan inancını? Sustu şaşırdı ve baktı gözlerime.. Susma dedim, hepimiz kaybolan bir sayfanın yansımasıyız biz yaşamadan asla temiz bir sayfa açılamayacak lütfen dedim anlat bana.. Sesi soluğuna karıştı, heyecanlandı üstüne gidince

 Bıraktım zaman verdim düşüncelerime, sigara yaktım şarap içtim farklı hayatlara girdim çıktım.. Zaman geçtikçe kendimden uzaklaştım dışarıdan baktım benliğime usandım sıkıldım zorladığım soruların peşinde yaşadığım hayattan.. Sormuyorum artık, sanrıların pençesinde kıskıvrak can çekişen hayallerimi bir köşeye bıraktım. O anda hatırladım çocukluğumu, umarsızca hiç insafa gelmeden hayaller kurardım. Kimse dikkate almazdı ama kendi hayallerimi dikkate almayı öğrenmiştim. Zaten hep kendimi dikkate almam gerektiğini çok ufakken öğrenmiştim. En başta vazo kırmadan evde top oynamayı öğrenmeye çalışırken öğrenmiştim aslında kırılanın vazo değil kalp olduğunu. Kalpleri kırmadan yaşamak kendi kalbinin kırılması engel değildi halbuki. İnsan bencil bir mahlukat olmuştu, paleolitik dönemden milenyumun teknoloji çağına kadar. Taş devrinde dahi aşklar bencil yaşanmıştır bana kalırsa. Hayvansallığın doğasını her fırsatta inkar eden insanların hiç biri hayvanca sevmeyi inkar edememiştir bu güne kadar. Çünkü aşk ve birliktelik hayvansal ezgilerle birlikte çalışmayı çok sever ve seven insan sevilmeyi beklediğinden dünyadaki en bencil insan olma yolunda asla geri adım atamaz. İnsanoğlu sevmeyi egoistliği keşfettikten sonra fark etmiştir muhtemelen çünkü birini sevmek için muhtaç olduğunuz kavramlar bencillik ve egodur. Oysaki insan bir tek sevdiğini bilebilir. Buna rağmen insan bu güne kadar bütün gücünü sevildiğini kanıtlamak peşinde harcamış. Kimse kusura bakmasın hiç biriniz sevilmediniz sevenleriniz kendini tatmin etmekte sizi kullandı, ulaştığınız son nokta budur. Üzülmeyin aslında sizde sevdiklerinizi kendinizi fiziksel ve ruhsal tatminde kullandınız. Yani sevmek karşılıklı çıkar ilişkilerine dayandı her fırsatta..

Bir zaman geçer ve yalnızlığın o dayanılmaz huzuruna kendinizi alıştırıverirsin. Hayat olduğu gibi gelip geçer ve "şimdi sende yoksun yanımda" dediğin hiç kimsenin değeri kalmaz aslında. Yanında olmayanlara teşekkür edersin seni sen yapan değerlerini düşünerekten. Birileri varken aslında kendinden taviz verdiğini ve kaybettiğin değerlerini düşünürsün. Evrimin en başından beri değişmeyen en büyük olgu insanoğlunun yalnızlığıdır, fark edersin ki en çok yalnızken kendinsindir ve en çok yalnızlık heveslendirir seni. Varlığımıza hapsolan bir şehvettir bu yalnızken mutluyuz hayatımıza teşebbüs eden kişilikler sadece yalnızlığımızın sıkılmış birer yansımalarıdır. İnsanların ruhlarımıza temas etmesine izin verir ve tekrar vazgeçeriz. Hepimiz yalnız doğduğumuz gibi yalnız ölürüz. Arada yaşadığımız hayatın anlamı asla sevgiyle bağdaşmamıştır. Hayatımızın anlamı tatminle doğru orantılı olmaktan hiçbir zaman kurtulamadı..

Tüm bunları düşünürken kafama yediğim tokatla kendime geldim ve tiksindim kendimden, ne kadar ahlak karşıtı her duyguyu yadırgama düşkünü bir insan olmuştum. Öptüğüm dudaklar da hissettiğim sadece bencillikti. Tadını çıkartmaya karar verdim..




Kadehteki Şizofren

Sek bir votkanın yalnızlığında süzülüyordu yaşamın son damlaların hüznü. Sisli bir gecenin şafak vaktini özümserken ciğerlerinden akıp giden dumanı izlersin. Geceyi terk etmek istersin fakat bilirsin aynı gündüzün gecesinde yine kendinden kaçamazsın. Şiirler dolar sessizliğinin bağ bozumuna. Yarısı içilmiş kırmızı dudak izleri taşıyan geceden kalma bir şarap kadehi kadar soğuk ve kullanılmış hissedersin kendini. Dibini görmeye kimse cesaret edememiştir, senden önce içilen kadehler senin o son shot olmana sebebiyet vermiş ilk yudumlar da verdiğin tat sonradan kusma hissine dönüşmüş ve yatağın yanındaki komodinin üstünde unutulmuşsundur. Belki de senden sonra bir prezervatif değerlenmiştir. Yakılan sigaranın eşliğinde yeniden bakılmıştır sana ve saldığın o sıcaklık için minnet duyguları hissetmiştir birileri.

Muhtemelen sana biçilen değer yalnız bir vücudun tek başına haykırdığı histerik duyguları kapatmaya yetecek kadar çok sinir krizlerine girmeden önce köşedeki bakkaldan alınacak kadar ucuzdu. Bu seni hiç bir zaman ilgilendirmedi biliyorum. Yine erken başladık bu gece kadehlerin boşluğunu saymaya lakin biraz daha umursamaya çalışsaydık hayatı diyorum, acaba mutlu birer kişilik olabilir miydik? Bazen bir şarap kadehi oluyorsun yabancı dudaklarda bazen aynadaki siluetimde görüyorum seni. Sahi ne zamandır soracağım soramıyorum kimsin sen? Ne zaman girdin hayatıma? Hangi zaman diliminde bu kadar yer ettin benliğinde ve hangi karanlığın sessizliğinde ele geçirdin benliğimi?  Ateşler içinde kabuslardan uyandığım anlarda dahi sesini kulağımda duymak zorunda mıyım? Bazen bu sorular geçmiyor değil içimden. Ben sorular sorarım bazen, fazla düşünme, varlığından hiç bir zaman rahatsız olamadım ki zaten.

Bir gölgesin sen çocukluğumdan beri yakamı bir dakika olsun rahat bırakmayan ve her boşluğumda beni tutup çeviren amansız saygısız soluksuz ve hırçın bir gölge. Fırsat bulsan benim hayatımı tek başına yaşayacaksın. Her an içimden fırlamaya hazır dengesiz bir kişiliksin sen. Her nefeste bana yaşadığım hayatın manasızlığını ve sonlu birlikteliğimizi hatırlatıyorsun. Diyorsun ki "insan bir kere gelir bu haysiyeti eksik kalmış yaşama!!"  Senin istediğin bir çingene itaatsizliğin de yaşama sek bir rakının mutluluğunu tatma belki de yolsuz bir göçebenin umutlarını yarınlara taşıma.. Yanlış gezegene yanlış zaman diliminde düştüğünü söylesem sana çok mu kırıcı olurum?

Benim de aşklarım oldu
Ve alabildiğine günahlarım.
Halbuki bigünah olmak istedim
Bütün ömrümce.

Rüştü Onur.. Dizelerine sağlık, bir günaha bağlılık ancak bu kadar güzel ifade edilebilirdi.

Yaşıyorum ortasında vazgeçilmişliğin, biz hüzün geldiğinde gitmek bilmiyor ölesiye kıskanıyor yerine yeni bir hüzün gelecek diye halbuki hiç hesaba katmıyor hayat dediğin münakaşa hep bir hüzünün aldanmasından ibaret olmaktan öteye gidemedi insanlığın bugüne kadar olan yazılı tarihinde. Ve hep isyan ediyor sürekli püskürtüyor insafsız nefesini üzerime üzerime, sanki sonunda yanmaktan bıkacakmışım gibi.

İnandığım değerlere kadeh kaldırdım bugün. Nerede kalmıştım.. Evet kadeh diyordum.. Kadeh ya, inandığım değerlere kadeh kaldırdım bugün, sonra her biri için ayrı ayrı kustum bu şehrin her biri birbirinden ayrı küstahlıklarına gebe sokaklarında. Döndüm yıldızlara baktım, her yıldıza bakışımda ayrı bir kusma hissi geldi içimden, tek başınalığın zarafetindeki her yıldız için bir kere daha sövdüm gökyüzündeki serseri karanlığa. Dalga geçen ben miydim yoksa oralardan biri daha bana sövüyor muydu? Sus demek geldi içimden, bütün karanlığına gecenin olanca gücümle bağırmak istedim. Sus demek istedim, sus ben zaten seni tanıyorum biliyorum bütün hikayelerini tattım artık dinlemek istemiyorum aynı senaryoyu başa sarıp durma artık heyecan vermiyorsun bana!!  Git ve başka düşlerin hayal kırıklıklarıyla dalga geç. Benim suya düşenlerim çoktan bir nergis yaprağıyla beraber bambaşka gitarlara başka ezgilerle eşlik etmekte, sus artık bana söyleyebileceğin söylenmemiş şarkılar tükendi hiç bir beste seni çekici kalamaz ömrümün kalanında. Buraya kadar bana eşlik ettin teşekkürler, parlayıp sönen ışığın daha bir kaç gece öncesine kadar bana hüzünden ziyade umut vadediyordu ama artık sön sus ve yok ol, çekemiyorum seni hayatımın titrek, sönmeye yüz tutmuş loşluğunda.

Gerçekliğin yok oluşunun izlerini taşıyan bir piyano gibi hissediyorum kendimi. Tuşlarımdan akan ezgiler bana ait değil, birileri çalıp gidiyor sonra başkaları gelip çalmak istedikleri hayatın yansımalarını ruhuma işlemeye çalışıyordu..

Çığlık çığlığa bir yalnızlığın ,
son yudumların da kaybolan
amaçsız bir haykırışım.
Suya düşen son çiğ damlasında
dans eden bir ruhum.
Yarım kalmış bir kadehin
sessiz serzenişlerinde
olmayan bir gölge peşindeyim.
Yanmayan bir yıldızım
başını kaldırıp baktığın gökyüzünde
paylaştığın geceye,
eşlik eden bir kediyim belki de.
Son şarkına layık
sevgiliye hasretken sen,
tütünü biçim biçim sardığında
ıslak toprak kokusuyum,
ruhuna değip de geçen.
Dalları kuru,
yazdan bihaber
bir sonbahar ağacıyım.

Kadehin boşluğuna manasızca bakan ve boş gözlerle yol alan şizofrenin son serzenişlerinde buldum kendimi. Kendimi bulmam için önce kaybetmem gerekiyordu. Hayatın bana tam olarak öğrettiği buydu. Bense öğrendiklerimin üstüne ekledim ve parçalandığım noktaların arasında sıkıştım kaldım.Kimse gelip kurtarmadı, ki istese de kimse kurtaramazdı bu hayalsiz geceden ütopik hayallerimi. Varlığımın parçalanmış bütünleri arasında kalan bütün ruhlarla dans ediyorum bu gece. Gökyüzünde dolunay, kahkahasına fütursuzca şiir katıyordu ve biz o yarım kalan kırmızı rujlu kadehi yudumluyorduk.. Sessizliğin ihmal edildiği bir geceydi.








11 Nisan 2013 Perşembe

Sebepsiz


Daha fazla hatıra istemiyorum. Hayattan sıkılmak mıdır bu? Yoksa geçmişe bağımlı yaşamak mı? Her ikiside aynı kapıyı kırıp geçer mi aynı sahilin izbe bir kulübesinde? Hayal kırıklıklarıyla dolu bir hayatın kuytu bir köşesinde kabuğuna sığınmış insanların mutlu fotoğraflarına bir kaç yıl sonra tekrar baktınız mı siz? Hayat geldiği gibi gitmeyi de biliyor değil mi.. İnsanlığa olan inancımı mı kaybettim insanlık mı benden vazgeçti orasını hiç anlamadım ama ben sıkıldım hüküm süren zamanın dengesiz yansımalarından.

 Yansımalar diyorum çünkü hayat boşa giden çabalarımn birer yansıması gibi geliyor. Kaybettiklerimin huzurunda kazandıklarımla teselli olduğum hayat ne kadar kayda değer?  Bunu bir serzeniş değil bir vazgeçiş olarak adlandırın. Vazgeçtim hayatın süregelen dengesizliğine kendimi dahil etme çabalarından. Kalbimden kovuyorum akreple yelkovanın vefasız dostluğunu.. Zaman akıp giderken ben duruyorum ve bakıyorum akıp giden ömürlerin çaresiz çığlığına ve bir ortak daha diyorum içimden.. Hayır, hastalık değil şizofren olmak bu bir yaşama dürtüsü. Kalbimi taşlaştıranları dahi affettim gönülleri hoş olsun. Bu değil mi zaten hayatın kuralı, yaşa ve unut. İsterdimki hiç gerek kalmasın yaşam saatimi bir ileri bir geri almaya fakat korkularım büyük, yaşayamazsam o vakit?

İnsanı yiyip bitiren korkularıdır ve vazgeçemediği korkuları bir yerden sonra ondan vazgeçmeye başlar. Korktuğunuz yüzü dahi unuturusunuz. Sanki hiç bir şey olmamış gibi yaşamaya devam edersiniz ve o anda aslında ne kadar eksik olduğunuzu hissettiğinizde iş işe çoktan koyulmuş siz güme gitmiş hayalleriniz dalda çürüyen güberelere dönmüş demeketir. Açlığın mideyi kemirdiği gecenin yıldızları hapsettiği saatlerde aklınızdan söküp atmaya çalışmanın nafile uğraşlarında bir şişenin kalıntılarında hayallerinizin sönükleştiği loş yatakları izlemeye devam edersiniz yalnızlığın senfonisi henüz ilk şarkısını çalmaya başlamışken. Bu ne son gecesidir tanrıdan istenen intikamların ne de ilk gecesidir hüsranların gıyabında saplanıp kalınmış bomboş bir sessizliğin.

Ben yalnız ben demedim dumanında odamı saran boşluğun. Düşündüm kalpsiz çığlıklara eşlik eden manasız ağıtları. İnsanların kaybettiği değerleri düşündüm kaybolan bir anlayışı anlama çabasıydı benimkisi. Belki de çağ dışı kalan bir ruhu milenyuma uydurma çabasıydı harcadığım zaman. Belki ben çoktan yok olmuştum ama ömrünün geri kalanını yaşamak zorunda kalan siyahi bir köle yada bir piramit işçisiydim. Benim hayallerim çağdışında eşlik ediyordu bana bir kaç bin yıl öncesinden çağırıyordu ruhumun işportaya çıkmış serzenişlerini.

Bir köpeğin bokunun kokusundan alınan ilhamın yansımasıydı benimkisi. Bir köpek oratlığa sıçmış bilniçaltı onu tezeğe dönüştürmüştü kendi içinde. Bir köpek ne kadar içli sıçabilirse o kadar dokunaklıydı duygularımın çığlığı.  Sonsuzluğa açılan bir kayboluşun geçmişinde geleceğimi şekillendirmeye çalışıyordum akıl ve mantığın dokunmakta zorlandığı satırlarımın gidişatında. Meğersem dokunmaya çalıştığım yokluğunda ruhumu boğan vazgeçişlerimmiş. Varsın boğulan bir aşkın terkedilmiş öksüz kalbi olsun. İmkansızlığına rağmen devam etmekte kabul gören bu hayatı yaşamak bana kalan hayal borcu, intikam özlemi ve mecburiyetin hüküm süregelen çaresizliğiymiş.