20 Temmuz 2014 Pazar

Milena'ya Mektuplar -1

"Yorgunum, hiçbir şey bilmiyorum. Tek istediğim, yüzümü kucağına koymak, başımın üzerinde dolaşan elini hissetmek ve sonsuza dek öyle kalmak."

-Franz Kafka / Milena'ya Mektuplar



4 Mayıs 2014 Pazar

Bir Aşık Bazen

Böyle bazen dünyanın en güzel kişisine aşık oluyor insan, varlığına taparak kayboluyor, sonsuz bir sessizliğin eşiğinde. Al beni, bu ben seni çok seviyor sevgilim. Her türlü yalnızlığa katlanıyor benliğim de sensiz yanıyor kayboluyor varlık ile yokluk arasında. Aslında sana sahip olmak diyorum bazen ne büyük varoluş, ki onca hezimete rağmen seninle var oluş.. Sevgilim ben ağlayamam esasen ama seninle ağlamak diyorum bazen ne güzel bir haykırış hayata tutunuş ve birlikte nefes almak sevgilim belki de yaşamanın en güzel tarifi. Sen çek içine dünyanın gizemini ben vereyim senin yerine nefesi istersen. 

Ne olur sev beni sevgilim, 

Sensiz var oluşta kayboluyor benliğim, 
Her gece kaybolduğu dikenlere sarılırken.
Bir aşık susuyor yalnızlığa

12 Nisan 2014 Cumartesi

Bir Kalp Doğarken



Sen buna saçmalamak mı diyorsun?

Ben senin için öyle bir saçmalarım ki

Kendimi unuturum

Nasıl öldüğümü ve nasıl korktuğumu unuturum

Her gece ismini

Hecelediğimi unuturum

Affet, bazen ileri, geri zıplar

Sensiz yaşamadığımı unuturum.

Kalbimse,

Bırakamaz seni, nefes alamaz,

Sensiz geçen saniye de

Buz tutar

Tutar da bunu bazen,

Bana bile söylemez.

      O da ister ki

Yaşayacaksa seninle

Yaşayacak.

Sükutundan taşlar çatlar

Yine de,

İster ki önce ben öleyim

İşkenceden, azaptan.

Öylece izler kendi kendime kül olmamı

Ve sana yalvarmamı ister.

Dönmeni bekler,

Dört gözle.

Gözümden bir damla yaş akar

Senin seline karışır da,

Tenine karışamadan

Düşer elime usulca.

Kalbim affet suçlusu benim affet.

Sevgilim affet,

Şayet bir anlığına

Bırakırsam pamuk ellerini

Kurusun gözlerim sonsuza dek,

Kendi çukurunda kurusun yok olsun

Boğulsun, sessiz ve tesirsiz.

Seni bir kere daha öpemezsem

Dudaklarım terk etsin bedenimi

Kollarım yıldızlara ödesin borcumu

Yok olayım yavaş yavaş

Parçalansın ruhsuz bedenim

Ellerimi martılar yesin mesela.

Ta ki sadece kalbim kalana dek

Sürsün bu haykırış.

Son çığlık senin adın olsun

Ve seni ne kadar çok sevdiğimi anlatan

Tek bir göz yaşı kalsın

Kalbimde sol tarafa yakın bir yerde

Çünkü adını kazımışım senin

En derin yerime.

Nefes alırsam sensiz

Buz tutsun bedenim

Sen gelip çözene dek.

Gel sevgilim

Sev, kaldığım yerden

Beyaz bulutlarda kaybettim nefretimi

Yalnızca sen kaldın

Kopuk bedenimin bana ait olan

Son parçası, sen.

Sen,

Yeniden hayat veren

Tanrıya şirk koşan

Ölüyü dirilten, sen.

Gücensin bilinen ve bilinmeyen,

Bütün tanrılar.

Bir de ben var burada,


Sana tapan.

12 Şubat 2014 Çarşamba

Yansımasında Kaybolurmuş Sal

-Çocuktuk, koştururduk sokakların boş kaldırımlarında. O kadar temiz yüreğimiz vardı ki bizim o her tarafı lağım çukuru dolu rezalet bok sokaklarda bile kirlenmez idik. Eve geldiğimizde annemiz çok kızardı ama o da bilirdi bu pisliğin zararsız olduğunu. Sevebiliyorsan hala mesela, çok uzaklarda gülen bir çocuk seni koparabiliyorsa olağan olandan, pis olabilir mi bir insan?

-Hiç korktun mu ya vicdanım beni terk eder diye? Ya bir serçeyi üzersem ya da bir çiçeği soldurursam da bu yanıma kalırsa diye? Hayatın acımasız yüzünü taşıdığını düşündüğün oldu mu?
-Dokunduğundan kaçtığını, sardığını yaktığını fark ettin mi? Ya çok severken öldürdün mü hiç bir kalbi, sıkarak? Sevdiğin kalbi öldürebilir misin?
-Öldürmek için sevebilir mi bir insan? Belki de sevilmeyi mi kaldıramıyorsun sevmeyi mi anlamıyorsun napıyorsun sen? Anlat bazen, dök içini. İnsanları severken kaybetmeyi göze almaktansa kazanmayı düşünsen yararı olur mu dersin?
-Çocukluğumuzu hatırlar mısın? Geceleri tek korkumuz biraz karanlık biraz gök gürültüsüydü,
belki de?
-Çocukken de birilerini severdik ama korkmazdık hiç.. Çocukluğumuzun aşkları mı temizdi çokluğumuz mu temizdi? Kirlenirken mi büyür, insan büyürken mi kirlenir?
-Hangi çelişkiyi açıkladın ki bugüne kadar, ne işe yararsın sen soru sormaktan başka ? Cevap ver bana nedir bu korku içinde hapsolan? Sürekli soru sorarak yaşayabilir mi bir insan?
-Cevaplardan korkuyordur belki de kim bilebilir ki.. Soru işaretlerinden kurtulmanın yolunu bulan olmuş mu bu güne kadar?

-Belki de bencilsindir sadece, hayatta tek düşündüğü kendisi olan bir piç olabilme ihtimalini düşündün mü? Severken bile o kadar bencilsin ki üzülenin bir tek sen olduğunu sanacak kadar aptallaşabiliyorsun.
-Güzel açılmaya başladın sonunda biraz cesaret seziyorum sanki, soracak misin bu gece her şeyi?
-Her şeyi değil belki ama sözcüklerin ne kadar yetenekli olduğunu zamanla göreceğiz. Zaman demişken hayatımız ne kadar eski farkında mısın?
-Evet ne kadar pislik olduğunu gayet iyi hatırlıyorum.
-Hayır bak, gerçekten yaşlanıyoruz farkında değil misin? Sen bile aynı kişi değilsin, kaç zamandır birlikteyiz biz.
-Şu aralar 10 yıl oldu.
-Tanıdığım andan beri bencil bir piçsin sen..
-Ben böyle olsun istemedim, zorladılar.. Bencil olmasaydım arkadaşlarımı bırakamazdım, arkadaş olmayı ben seçmedim evet ama ayrılmayı da ben seçmemiştim. Etrafındaki insanlar değiştikçe insan sadece kendini kalıcı zannetmeye başlıyor.
-İçince böyle saçmalıyorsun işte.. Söylediklerin ne kadar zavallıca farkında mısın?
-Bazen kendi varlığımdan rahatsız oluyorum, hayır intihar isteği değil bu direk kendimi yadırgıyorum, küçükken olmak istediğim mesleği seçemediğim gibi olmak istediğim insanı da kaybettim.. Hem sahi kimdik neydik nerede kaybolmuştuk biz? Hangi kitaptan sonra devrim yapmaya karar verdik, hangi şiirde sevmeyi öğrendik biz?
-İnsan ancak yalnızken öğrenebilir bunları, kaybolduğumuz da sadece okurduk eskiden,
hatırlamıyor musun?
-Yine boşluktan mı bahsedeceksin bana?
-İnsan ne kadar düşerse o kadar öğrenir, kabul et bunu artık.. Öğrenmek için düşmek lazım. Düştüğün kadar yükselirsin bunu biliyorsun..
-Merak etme bunu bilecek kadar yaşadım.
-Ne kadar yaşadın mesela? Bir çiçeği sularken güneşini kapatmamayı öğrenebildin mi? Dans ederken sessizce meydan okuyabildin mi hayata? Nerede kaybolduğunu anlat..
-Hatırlamıyorum ama kesin soğuk bir akşamdır. Ayazın kulak ısırdığı dağların sis kustuğu bir geceydi..
-İyi geceler la fontaine, hayatın saçmalamak üzerine
-Dur dinlemeye devam et. Hani ilk defa İstanbul'da sarhoş olduğumuz geceyi hatırlıyor musun?
-Evet o zamanlar Sezen çalardı meyhanelede.. Gecenin sonunda aya bakıp kalem bira içerdik köşede ki mideyeci de.
-İlk defa orada kaybolmuşuzdur belki de.
-Gecenin sonunda yan masadaki kıza aşık olup sonraki gün hatırlamadığın için mi böyle düşünüyorsun acaba ?
-Hayır, öyle bir şey mi var hatırlamıyorum bile..Neyse
-E ben de onu diyorum
-Neyse dedim! Sus biraz dinle beni, hem ne zamandır beni yargılar oldun sen? Hayata baktığın mı vardı sanki senin tek bildiğin içmek..
-Ama sakindim o zamanlar
-Bok, sadece kafan güzeldi, dans etmek için yaptığımız yolculuğun sonunda bile sarhoş olmuştun.
-Evet ama yine de çok güzel dans ediyordum..
-O zamanlar olsa yine sinirlenir miydin bugün? Kırar mıydın sevdiğimiz insanı? Saldırır mıydın zincirinden boşalmış azgın bir köpek gibi.
-O zamanlar düşünmezdim ki pek. Düşünürken yaşayamazdım, sanki ikisi birbirini daraltan bir boğaz gibi.
-Sana sadece siktir git diyorum çünkü iyice saçmalamaya başladın yine, ne içtin sen? Bir dakika ağlıyor musun?
-Duramadım
-Siktir git, ağlamayı senin kadar hak eden birini daha görmemiştim. O kıza neler yaptığını gördüm, sen istedin bunun böyle olmasını
-Üzgünüm, gerçekten böyle olsun istemedim..
-Sen gamsız insanı bile mutsuz edersin, dokunduğun yeri kanatıyorsun ne pis bir ruhla yaratılmışsın beni ne ara kendine bağladın onu anlayamıyorum
-Anlamıyorsun, seviyorum diyorum! Dokunma bana diyorum, git başımdan.. Hayatımda sadece onu mutlu ettiğime inandım, bana bunları söyleme sana inanmak için yok bir sebebim, onu tek başına sevmek için böyle konuşuyorsun.
-Bırak artık, bırak! Benimle mutlu olacaksa vazgeç!!
-Ben olmazsam, sen olamazsın farkında değil misin bunun.
-Bunu da mı Ankara'nın ayazında uydurdun
-Hayır dikkatli bakmıyorsun, beraber olmasak gelemezdik bu günlere, geride bıraktığımız her saniye de payım var, ben olmasam AŞK bile olamazdın bok kafa!!
-Aşık demek istedin..galiba??
-Hayır, Naz'dan bahsediyorum..Sana aşk olma seçeneğini sunmadı mı? Hani bu gece parçaladığın..
-Sahilde bir geceye gülümseyen bir sonbahar yıldızı o. Belki de karanlık varlığımızın parlayan son damlası, parçaladık mı onu sahiden, gülmeyecek mi bir daha bize, bakmayacak mı yüzümüze parlayarak. Söndürdük mü onu?
-Cidden korkak mısın bu kadar? Karamsarlığa düşüp her şeyi uzaktan mı yargılayacaksın böyle melankolik içgüdülerine mi bırakacaksın hayatındaki en parlak geceyi?
-Asla, bırakmaktansa son damlaya kadar çarpışmayı yeğlerim, kalbimi göstersem affetmez mi beni teslim olmasam..Hem hangi şarkı da kaybolduk ki biz?
-Senin olmayan dikenleri ona saplamaktan vazgeç artık, bırak aşktan olsun ölümün..
-Hadi gel şiir yazalım bu gece Naz bebek uyusun, biz ona orman olup yanalım, aydınlatalım bu gece içimizdeki koskoca karanlığı..

Yazmak lazım gecenin bitmeyen karanlığına hükmeden sessizlikte boğulmaktansa, sabahın mavisi karşılıyorsa kaybolan maviliğini, yazmak lazım. Onu özlerken yoksa bir çare, anlam dahi bulamıyorsan hayatın sahipsizliğine, gökyüzünün aydınlanmamış sebepsiz sakinliğine doğru kadehini kaldırıp haykır artık. De ki korkmadan, seviyorum ulan! Korkum yok senin yazgından hayat.

Bir tek omuzuna baş koysam
Geçse zaman ben olsam kalsam.
Akşam olsa sahilde koklasam seni
Yalnız sen olsan

Martılar uçuşsa şafak vakti
Gözlerine uyansam ben
Hafif aydınlık
Beyaz dalgaların vazgeçmez inadında
Seni sevsem gözlerinden



29 Ocak 2014 Çarşamba

Gece hikayesi

Uzat bana ellerini derinden ver.. ilk görüşüm geliyor bazen aklıma. Ne kadar da hazırlıksız yakalanmıştım. Oysa ki tek hayat gayem yaşamaktı. Duygu yoktu heyecan veya heves yoktu sadece gittiği yere kadar yaşayacaktım. Hayata gönderilmiş hevessiz bir sarhoş gibi. Gayesiz ve soğuk. Sabun olmayı bekleyen bir yahudi belki de.

Sıkışmıştım mâtemsiz sevgisiz acısız ve umutsuz sokak aralarına. Geceleri içeceğim şaraptan başka hesabım yoktu. Hayattan alacağım veya vereceğim kalmamıştı sanki. Ateşle su arasındaki farkı önemsemeyecek kadar hissiz olduğumu düşünürdüm. Sonra onu gördüm, ufak ve hassas. Sanki bana tepki olarak mı gelmiştin hayata. İnanmadığım bütün gerçeklere sahip olabilir miydi bir ruh. Sanki beni esir almaya bana hayır demek için gelmişti bu gezegene. İnanmıyordum ama kendimi alamıyordum asla. Ben ne kadar çamursam o kadar su ne kadar hayâsızsam o kadar güzel olabilir miydi bir insan? Olabilirliği zorla, inatla bana kanıtlıyordu sanki. Bir insan bu kadar derin bakabilir miydi karşısında ki gözlere. Bir gözden kaçabilir miydiniz? Kim kişi gözleriyle kalbini açabilirdi ki. Hangi kalpte bu denli hayatın acımasız dallarına tutunan bir saflık görebildim? Kendimle konuşurum ben her daim her satırda ve kelimede, başkasıyla konuşurmuş gibi yaparken kendime sorarım aslında. Yaşamaya çalışan bir insana hayatı anlatmak ne zordur bilir misin? İşte o bana bunu yaptı! Hayatı anlattı yaşamayı, karşındaki gözlere inanmayı yağmurları hissetmeyi ve doğarken güneş işte benim doğuyorum ve ısıtıyorum yeryüzünü hissedeceksiniz beni derken hissetmeyi.. Tanrı sorarsa sevdin mi diye hayasızca sevdim demeyi anlattı sanki. Sevmeyi anlatmak nasıl kadim bir yeryüzü olayıdır bilir misin? Gökyüzünün renklerini anlatırken sokak çocuklarını düşünürken belki başka bir hayatın yansımasında tüm açlar tok tanrı uyumazken hepimiz özgürüz diye çığlık atmayı kim aşılayabilir kalbine? Söyle hayatın anlamını hissettiren kaç kişi çıktı karşına?

Hayatın anlamı derken her hayat vakitsizdir fakat her hayatın anlamlı zamanları vardır. Gök kuşağına aşık olmak nasıldır anlar mısın beni? Gök kuşağı yağmurla güneş arasında bir bağdır. İşte o da gök kuşağı özgürlüğü ile hayatın en belirsiz yerinde yedi rengiyle belli etti kendini.

Bazen konuşamazsın, tutamazsın senin olmayanı. Sen hep böyle kal, böyle kal ki kalbim sana tutulsun sana inansın ki utansın dünya hayatın yalanlarına inat.

Yalanlara inat yaşayan bir kalbe sahipti sanki bu ruh. Hayatın yalnız tepelerinde yaşarken kendi ufak kalbinde gezegenler ötesi bir kalp taşıyordu sanki. Gözlerinden içeri aldı kötü bir yalanda yaşayan bu bedeni. Silerken bütün vazgeçmişliği yeni umutlar dolduruyordu hayatın boşluğuna. Umutla hesabı açık kalan bir bedene umut bahşediyordu adeta. Piç bir geceye yalnızlığı armağan ederken korkularını dolduruyordu bir geleceğin. Sessiz ve sakin hayatın özlüğüne sığınarak pis yaşamı saf kalbiyle dolduruyordu sanki ki sen inançsızlığın kölesi olmuşken. Kıymetsiz bir sabaha değer biçmek ve onun siyahlığına dokunabilmek bedenindeki aşikar boşlukta ne büyük cesarettir. Bir cesaret kaç bedenden güç alabilir. Çocuk hayatın kaç farklı rengi vardır tatmak ister misin? İşte buydu anlatmaya çalıştığı o boşlukta. Renklerin kesilmiş biçimsiz saçlarından hayatıma dokunuyordu sanki. Ne yapıldıysa ne yaşandıysa ona varmak içindi sanki. Gitmeler onaydı vazgeçişler onaydi her duble onun için doldurulmuştu hayata verilen nefesler onunla alınacaklar içindi belki de. İnsana yaşam sunmak ne büyük bir erdemdir biliyor musun deliliğin karanlık koridorlarına hükmeden ruh? Sen anlamasan dahi ben anlamayı seçtim, öylece. Hani bazen hiç durduk yere ağladığın şarkı oldu mu? Benim sebebim olduğunu söylesem inanır mısın?

Her mavinin grileştiği bir şehirde aşık olmak nasıldır bilir misin? Sessizliğin bakışına sığınmak ve ona terketmek kendini. Varlığında yokluğundan korkmanın sevgisi sana koşulan yolların ezgisi hiç bitmeyecek b çırpıntı kimedir bilir misin?