31 Aralık 2013 Salı

Naz


Sessiz ve soğuk bir yıl başı arifesinde tanışmıştık seninle ve yine bir yılbaşı gecesinde doğuyorsun gündüzüme.. Benim ufak ve kırılgan kar tanesi sevgilim,  yeni yılda en güzel mutluluklar seninle olsun.. Geriye dönüp bakıyorum da ne çok şey yaşamışız bir yılda.. Hani hızlı şekilde akan bilgisayar oyunlarına benziyor.  Atlattığımız badireler beraber göğüs gerdiğimiz zorluklar sanki hepsini toplasan 10 yılı beraber geride bırakmışız gibi. Ama bir anda senin o sevimli ufak kar tanesi yüzünü hayal ediyorum. Sanki ben bu şapşala daha dün âşık olmuşum da bugün ilk defa yüzünü görecekmişim gibi geliyor. Söyle ufak kız çocuğu söyle ne zaman yüreğinde bu kadar büyük bir sevgi doluştu da ne ara kalbimi çaldın o ıssız derinlerden.

Oysaki ne kadar da uzaktım bu denli duygulara, hayatı boşlamış olduğu gibi yuvarlanan bir denizyıldızından farkım yoktu. Senle tanıştığım gün sorsalar şu satırları yazacağım aklımın ucundan geçmezdi, böyle ufak bir kızın böylesine güzel bir kalbe prensesin karşıma çıktığını ve benim ona âşık olacağım da çok uzak bir hayal gibi sanki rüya gibi gelir geçerdi herhalde.

Yalnız gecelerimde ortak oldun önce bana, aslında o kadar şaşırttın ki beni sanki ömrümde ilk defa beni dinliyor ve anlıyordu. Her cümlende bir daha şoke oluyordum. Alışılagelmiş o klişe cümlelerle avutmuyordun beni. Üstüme geliyor her şeyi öğrenmek istiyor yargılamıyor ve her şeye rağmen yanımda oluyordun. Kendimi ben bile terk etmek isterken sanki sen inadına benimle beraber yaşıyordun sanki benim yerime de yaşamak istiyordun. Elinden çalınan bütün günleri yeniden yaşatmak ve bu yeni yaşamı bana armağan etmek istiyordun. Ben battıkça sen daha bir inatla daha bir güçle yapıştın, önce kollarımdan tuttun beni sonra senin varlığın öyle bir kenetlendi ki bana.. Kenetlendik evet, önce sen bana kenetlendin çektin çıkardın uçurdun beni. Görmediğim veya unuttuğum bir dünyayı yeniden gösterdin bana. Kendi kız çocuğu hayallerini anlattın ve o tuttun ellerimden işte dedin yaşanacaksa beraber yaşanacak bir dünya daha var elimizde. Kirletmeyelim yıpratmayalım dedin bu saf dünyayı tut ellerimden yaşa benimle dedin. Bunu öyle bir coşkuyla söyledin ki bana kulaklarım kalbimden sonra hissetti sözlerini. Kalbim senin varlığınla yeniden çarpmaya başladı.. Sanki sen okyanus kokusuydun ve bana okyanusu vaat ediyordun, ben sana yüzdükçe sen daha da bir güzelleşiyor ve daha çok derinleşiyordun. Hani demiştin ya sen bir ateşsin farkındayım diye işte esas göremediğin nokta senin minik kız çocuğu kalbinin içinde o ateşi söndürecek bir okyanusa sahip olduğundu. İyi ki de görememişsin bunu iyi ki önce ben görüp daha derine inmeyi ilk ben istemişim.  Sana baktıkça içten içe heyecandan saçmalamaya ve gözlerine her bakışta kaybolmaya başladığımda fark ettim minik kız sen aşkların en güzelisin ve ben senin aşkına aşığım. Gittiğim her yerde kokun gittiğin her yerde izim olsun.


Eğer yaşanacaksa hayat yaşayalım, buysa elimizde ki nefes alacaksak şu mavilikte yaşlanacaksak aynı gökyüzünün altında beraber aynı köhne ağaçların gölgesinde el ele bir hayat olsun. Olacaksa hayat beraber olsun olmayacaksa tutun nefesimi benim yerime alın ellerimi ellerimden ve gözlerime göstermeyin bir daha mavi.. Ben küçük kız çocuğunu çok sevdim.  Hayatsa eğer bir kar tanesi kadar küçük, yine hayat olmalı onun kadar saf ve beyaz.

23 Kasım 2013 Cumartesi

Köpüklü Mavi

Sessiz sedasız bir gecenin
ay ışığı karanlığında,
bir deniz kıpırtısında,
köpüklü bir dalganın mavisinde 
süzülen yalnız bir martı gibi
uçarak girdin hayatıma

O kıyıda bekleyen 
bir deniz kabuğuydum aslında
denizin endamına martının uçuşuna aşık, 
tuzla suyla yıkanmış,
ufak kumlara bulanmış,
güneşte kavrulmuş,
rüzgarla aşınmış
kollarının yarısı kopmuş bir deniz yıldızı
belkide..

Bir deniz yıldızı,
ne kadar aşık olabilir ki?
Belki de çok olabilir,
belki de olmuştur
Kim bilir, denize en az bir martı
martıya da en az bir deniz
kadar muhtaçtır
Ya da sadece,
martının sevdiği bir
ekmek kırıntısıdır.

Ama martıya aşık olabilir mi
bir deniz yıldızı?

Aslında uzayda bir yıldız olmak mıdır
Hayali..?

Martının uçuşuna mı aşık olmuştur
yoksa kendisine olan,
merakına mı?
Deniz de kaybolmak mıdır acaba
hepsinin hevesi?

Hevessiz bir deniz yıldızı
bir martıyı ne kadar
hevesleyebilir ki?
Bence çok..

Bir deniz yıldızı
bir martıya aşık olduysa
bundan kime ne..
Ağlayan bir deniz yıldızı
bir martıya
aşk şiiri yazmış

Martı derin uykusunda
güzel rüyalarında
eşsiz şarkılarını söylerken
bir deniz yıldızı görmüş
dalgaların arasında
soluk..mavi..
bir köpükte
ufka yelken açmışken

Bir deniz ne kadar çok aşka
tanıklık edebilirse
o kadar çok aşk görmüştü
o gece,
deniz yıldızı ufak martıyı izlerken..

Martı çok güzeldi zamansız
sessiz uykusunda

Yıldız bir o kadar sessizdi
gecenin yalnızlığında
Martı yıldızı özledi sessizce
yıldız martısını özledi gizlice
Hiç bitmeyen bir gece oldu
o denizde..

Martı denize aşık
yıldız martıya aşık
martı denize aşık
deniz yıldıza aşık
martı yıldızlara aşık
yıldız denize aşık..

Deniz, yıldız, martı
sessiz bir gece yaşadılar o gün.
Aşkın rüzgara eşlik ettiği
güzel bir geceydi
Şafak sökerken..

Bir yıldız gökyüzünde usulca parladı
Sönerken son kez,
Bir martı şarkı söylüyordu
Dalganın köpüğünde yüzen bir yıldız
martıya göz kırptı
Soğuk bir yağmur damlası
Sonbaharı müjdeliyordu
o gece.

20 Mayıs 2013 Pazartesi

Hayallerime Benden Yalan Söyleyin

Duracağı yeri bilmeli insan. Kimi zaman dört duvar arasında kimi zamansa kalabalıklar arasında kalsa da insan kendisini bulduğu zaman nerede duracağını iyi bilmeli. Hayaller peşinde koşmamalı mesela illa koşacaksa yaşamın peşinde olmalı. Ne kadar saçma..

Bazen düşünüyorum da ya hayallerim olmasaydı? Ya bu safsatalara gerçekten inansaydım?.. Düşüncesi bile ürkütücü. Ben varsam hayallerim için varım bugünüm yarını düşlediğim için var. Gerçeklere tutunarak yaşamak diyorlar ya hangi gerçeğe? Oysa ki insanların inandığı gerçeklerin en büyük yalanlar olduğuna her gün şahit olmuyor muyuz?  Herkesin inandığı bir yalana inanacağıma kendi hayallerime inanarak yaşamak en azından kendi yalanlarıma inanmak yağmur damlası gibi düşen hayatıma bir nebze de olsa iyi geliyor. Yalan dünyaysa da benim yalan dünyam. Ben bir yağmur damlasıyım, dünyaya çarpınca parçalanacak olan. En azından düşene kadar hayal kuracağım.

Benden yalan söyleyin çocukluğumun hayallerine.. Bırakın onlar saf kalsın. Yalanlar söyleyin annem gibi. Bırakın yaşadığı dünyayı sevsin. Çocukluğum da olmasa ne yaparım ben? Bir kuş gibi diyar diyar gezdiğim hayallerimle baş başa bırakın beni. Yeniden uçmak istiyorum. Ayaklarım yere basmasın artık.  Kendi ayaklarımızın üstünde durmamız demek ıstırap demekmiş bunu şimdi anlıyorum. Bırakın ayaklarımı bağlamayın artık bu sevimsiz dünyanıza. Bırakın çocukluğumuzla beraber uçup gidelim bu topraklardan. Bilmediğimiz denizlere açılalım içimize yosun kokusu çekelim kıyılardan uzak duralım. Bize göz kırpan yıldızlara yol alalım. Lütfen artık bırakın bizi. Kirli oyunlarınıza çocukluğumuzu alet etmeyin. Onlar daha çok küçük ve saf. Öldürmeyin bizi. Bırakın hayallerimiz nefes alsın. Bağıra çağıra ağladığımız günleri çok görmeyin bize. Ağlamak ayıp artık uzak bize. Ama ya çocukken de ağlayamasaydık? Hiç gözyaşının tadını bilmeyen çocuk olur mu? Almayın çocukluğumuzu bizden. Mahallede kavga ettiğimiz günleri özlüyoruz biz. Bırakın kavga etsek de ertesi gün sarılmasını biliriz biz. Bizim nefretimiz olmaz yeri gelir bilyelerimizi takas ederiz yeri gelir bisikletimizde bir tur attırırız ama düşman kalamayız biz. Mahallemiz de nefrete yer yoktu çocukken. Bu sevgisiz dünyaya düşmeye başlayınca öğrendik bu kelimenin anlamını.

Bizim çocukluğumuzda hayaller ele yüze bulaşan kırmızı kalemlerle büyük büyük yazılırdı. Sıra arkadaşı kelek yapmazdı asla en büyük sırlarını derste ufak bir kağıt parçasına yazarak paylaşırdık ama bilirdik o kağıt senetti. Güvenden sual edilmezdi.  Kim bilir kaç ufak parmak dünyalara sığmayacak sevgisini yerleştirmiştir o ufacık defter yaprağı parçasına. Bırakın sevgilerimizi çizgili defter saflığında aşılayabilelim birbirimize. Hayatın kahpe yalanlarını sokmayın hayatımıza. Bırakın kendi yalan sevgimizle yaşayalım. Soğutmayın bizi aşktan inancımızı kaybettirmeyin. Birbirimizi seveceğimize de inanamazsak neye inanacağız. Bizim zamanımızda arkadaşlar mesajla değil, apartman camına taş atarak sokak ortasında isim haykırarak çağrılırdı.Bütün mahalle bilirdi ki bu ikisi kan kardeşi.. Dünya yıkılsa da o çocuk aşağı inecek.

Hepimiz hayaller kurardık el kadar boyumuzla, şimdi neden kuramıyoruz? Biz mi büyüdük de değiştik, dünya mı fazla yaşlandı hayallere yer vermiyor artık? Belki de dünyanın kafası kaldırmıyor artık bu kadar hayalin gürültüsünü. Madem öyle anlaşalım, biz hayal kurmayalım yeter ki çocuklarımız kurabilsin. Çocukların da hayal kuramadığı bir dünya nasıl yaşanır bir yer olabilir ki. İnsanı hayvandan ayıran en büyük özellik hayalleri olmasıdır bence. Hayalleri olmayan bir insanı içgüdüsel yaşayan bir hayvandan ayırmak güçtür. Tek farkı ihtiyacı olandan fazla avlanması olabilir. Çünkü insanlar aç gözlüdür. Fırsat verirseniz hayallerinizi bile çalarlar.

Sevgilerimiz var bir de saf çocukluğumuzun ilk aşkları. Savaşın ortasında büyümediyse illa bir çocukluk aşkı olmalı insanın. Savaş çocuklarının sevmeye hakkı yok mu? Elbette var..Yeterince yaşarsan.. Savaşta büyümek kötü bir yazgı.. Her şeyin telafisi vardır hala hayattaysan. Yaşadıkça telafi edilendir hayat. Yeter ki hayal kurabilecek kadar heves kalmış olsun insanın içinde. Çocukken aşka inandırdılar bizi biraz büyüyünce yalan olduğuna.. Aldatılmışlığa güvensizliğe vurdular hayallerimizi. Aşka her gün prangalar taktılar. Bakmayın bu dallamaların sözlerine hayat varsa aşkta vardır. İnsan yaşıyorsa aşıkta olabilir, sadece yeterli vakti olması lazım. Çocukken sevgisini itiraf etmek için ders bitişini bekleyemeyen bedenlerimiz aradan yıllar geçtikten sonra sevmek için, yaşamak için yeterli zamanı olduğuna inandırılmış. Yok öyle bir şey kandırmayalım birbirimizi. Sevmek için sadece bugünümüz var.

Hayallerime benden yalan söyleyin.. Bırakın onlar saf kalsınlar.. Çocukluğumda ki gibi masallar anlatın. Gerçekle kirletmeyin rüyalarımı bırakın onlar mutlu olsunlar..




17 Mayıs 2013 Cuma

Yorgun Musun? Daha Neler..

Gel gitler arasında daha ne kadar ömrün olduğunun hesabını tutmaktan vazgeç artık, sonuna kadar yaşayacaksın ve sonra dönüp bakacaksın bu sevimsiz, karanlığın ortasında dönüp duran gezegene, hoşça kal diyeceksin dudaklarından süzülen hafif bir tebessümle. Tebessüm olmalı, geriye dönüp baktığında hala güzel duygular hissedebiliyor olmalısın. Her şey o gün bitecek çünkü, yaşadığın hiç bir acıyı veya korkuyu hissetmeyeceksin.

Günün birinde çürüyecek organizmana fazlaca anlamlar yüklemekten vazgeç. Basitçe yaşa mesela bir gün çık dışarı uzun zamandır uğramadığın o çocukluğunda nefes nefese koşuşturduğun kırlara adım at. Bir kelebeğin uçuşunda yaşamının basitliğini gör, mutlu olmakta bu kadar basit olabilir aslında. Sadece mutluluğu kabullenmen yeterli.

Kaybettiğin zamanı düşünerek şu anki zamanı daha ne kadar çöpe atacaksın? Yaşıyorsun işte, hissettikçe yaşamın yakıcı nefesini ciğerlerinde, her sabah görmeye devam ettikçe soğuk gök yüzünü tepende devam edeceksin hayat yokuşunda sürünmeye. Daha iyi veya daha kötü günler sunmayacak ömrün sana. Bu güne nasıl geldiysen bu günden sonra da aynı güneşin altında yanacaksın aynı yağmurda ıslanıp aynı rüzgarda donacaksın belki de. Önemli olan bu değil. Önemli olan bu tekdüzeliğin pençesinde hapsolmuş mavi gezegende ufak hatıralar saklayabilmek ve en azından zamanı geldiğinde bir kaç dakikalık mutluluğun içini ısıtmasına izin vermektir. Mutlulukta anlardan ibarettir unutma. O ufak anlara hazırlıklı olmalısın. Bir umut oyunu oynamanı veya fırsatçılık girişiminde bulunmanı istemiyorum senden. Mutlu olabilecek kadar güçlü olmanı istiyorum anlıyor musun beni? O kadar yorulmuşsun ki nefes almak bile zor geliyor, farkındayım. Ama bu böyle nereye kadar gidecek? Düştüğün çukurdan hiç çıkamayacaksın, belki de çok daha derinlerde elveda diyeceksin mavi gök yüzüne ama geriye dönüp baktığında hiç çabalamadan geçen bir ömür daha büyük acı vermez miydi? Evet pişmanlıkların oldu, keşkelerin kalbinde başka duyguya yer bırakmadı, şaşırmıyor veya üzülemiyorsun. Fakat daha fazla yaşamı izleyerek yaşarsan sahip olduğun bütün kalp kırıkların ve pişmanlıkların da boşa gidecek göremiyor musun?

Bana kalırsa oturduğun koltuğa, anıların sarhoşluğuna kalbin acımadan yaşamaya ve düşünmeden uyumaya o kadar çok alıştın ki korkuyorsun, eğer bir gün yeniden yaşamaya karar verirsen ölmekten korkuyorsun. Pes etmiş yorgun savaşçı rolünden çıkmak sana zor geliyor.

12 Nisan 2013 Cuma

Düşündükçe Çoğalır İnsan

Kadın geldi ve oturdu yatağın boş köşesine, hafifçe baktı suratıma efendim dedim? Daha demin dans eden şarkılar söyleyen sen değil miydin ne ara böyle sessiz mahmur bir tavır takındın? Ne zaman karar verdin böyle kör düğüm sancıların elçisi olmaya. Evet, dedim söyle dedim.. Aklından geçenler nedir? Ama o söylemedi, baktı yüzüme anlamsız tebessümünde bir itiraf vardı sanki, sanki vazgeçmişti hayattan ve yaşamının geri kalan boşluğundan. Hepimiz boşlukta değil miyiz? dedim. Hangimiz yaşadık ki bu kuytu hayatı gönülden geldiği kadar kasvetli ve tutkulu? Söyle dedim sarstım onu.. Konuşmadı.. Bir kadın konuşmak istemezse konuşmaz.. Bunu daha önceden de öğrenmiştim ama bu sefer koydu sanki biraz. İstemiştim ki konuşsun, bu kadın bu sefer konuşsun istedim ama hiç bir kadın konuşmazdı ki o da konuşmadı sustu ve baktı gözlerimin içine. Bakma dedim git dedim istemiyorum seni uzak dur ruhuma işleme duvarlarla arkadaş etme beni kanıma girme dedim. Hiç dinletemedim. Ben zaten hiç bir kadına dinletemedim bu güne kadar.

Suratıma bakarken bir sigara istedi daha ne olduğunu anlamadan aldı ve yaktı. Dumanı yaktı gözlerimi konuşmaya çalışırken boğuldum, güldü biraz. O bazen gülerdi ve güldüğünde çok güzel olurdu özellikle güldüğünü düşünürdüm bazen. sanki güldüğünde beni alıp ellerine boğacakmış gibi olurdu. Çünkü o gülerken hiç bitmesin isterdim ve bittiğinde boşluğa düşerdim sanki. O gülerdi ben gülerdim, oysa gülmek için en ufak bir sebebim yoktu ama o güldükçe ben daha çok gülerdim. En saçma anılara dahi gülerdi. Çünkü bilirdim her şeyin bir makarnanın rüyası olduğunu ve uyandığımızda her şeyin biteceğini bu sebepten o güldükçe anı olsun diye bende gülerdim. o sanırdı ki kendine gülerim, halbuki ben hayatın manasız zamanlarında gülmeyi alışkanlık edinmiş bir bedene sıkıştırılmış saçma bir yansımaydım. Ben yansıdıkça gülmeye devam ettim o ben güldükçe anlatmaya devam etti. Ne anlattığını hatırlamıyorum bile ama o güldüğü için sanki hayatımın en özel gecesiymiş gibi geliyordu, biliyordum hissediyordum yaşananların sahteliğini ve birazdan sevişince her şeyin manasızlığını fark edip apayrı dünyalara bürüneceğimizi ama yine de kendimi bu yalan ortak etmek istiyordum. Çünkü insanlar alıştırmış kendilerini bu yalanlara ortak etmeye. Neden ben onlardan farklı olayım ki? Farklı mıyım ben?  Bireylerin zevk almak için uydurduğu yalanların hüküm sürdüğü bu toplumda bir parça olmaktan neden çekineyim ki? Neden farklılığımı ortaya koyup acılanan acı çeken bir ruha emanet edeyim kendimi? Ama yapamadım, güldüm bi süre sonra duruldum. Hala bir şeyler anlatıyordu. O sırada bütün vücudunu ve mimiklerini gözden geçirecek vaktim olmuştu. Aslında onu da dinlemiştim, yani dinlemiş gibi yapmamıştım gerçekten dinlemiştim. Ben hala çaktırmadığımı sanarken sordu bir anda ne oldu dedi? Yok bir şey dedim, ısrar etti. Nasıl söylerdim bütün hayatın manasızlığını ona yüklediğimi yaşadığımız rüyanın bitişini gördüğümü hangi gerçekliğin tanrısı söyletebilirdi bana? Yalanlar söyledim gözlerine bakarak nasıl güzel dudakları olduğuna inandırdım ona oysa ki söylediğim bir şamanın evrimini destekleyen teoriler kadar yalandı. Bir şaman olsam hayvana dönüştüğüme ikna edemezdim belki ama onu güzel dudaklara sahip olduğunu düşündüğüme ikna ettim ki gerçekten güzel dudakları vardı. Asla yanlış yerden giriş yapmazdım, bunu çok ufakken keşfetmiştim. iltifat ettiğim zaman tamamen doğru noktaya parmak basmak eski bir alışkanlığımdı.

Aklıma geldi bir an çaresiz yalanlarımın sonsuz boşluğunda kaybolan kişiliğim. Dur dedim kendi kendime, dur dedim ve bu sefer gerçekten olan biteni anlat. Dur dedim, yeter dedim insanlığa ve kendine olan inancını kaybetmişliğin. Şansını dene ve ne olacağını düşünme. Oysa ki bunu daha öncede yapmıştım. Doğruları söylediğimde başıma gelecekleri çok önceden test etmiştim. Lakin içimde beni yiyip bitiren bir sürüngen vardı, eğer bunu bir kez daha yapmazsam o beni boğacaktı. Dayanamadım, ne kadar büyük bir boşluğun ortasında olduğumu fark ettim bir kez daha. İstemiyorum dedim!! Bu yalan senaryoya dha fazla katlanamıyorum, anlat dedim, otur ve anlat ulan!! Bana gerçekten ne hissettiğini neler yaşadığını anlat dedim. Merak ediyorum dedim gerçekten neler yaşadın, bugüne kadar kimler hasat etti en saf duygulara gebe yüreğini hangi kuytu köşede kaybettin yaşama olan inancını? Sustu şaşırdı ve baktı gözlerime.. Susma dedim, hepimiz kaybolan bir sayfanın yansımasıyız biz yaşamadan asla temiz bir sayfa açılamayacak lütfen dedim anlat bana.. Sesi soluğuna karıştı, heyecanlandı üstüne gidince

 Bıraktım zaman verdim düşüncelerime, sigara yaktım şarap içtim farklı hayatlara girdim çıktım.. Zaman geçtikçe kendimden uzaklaştım dışarıdan baktım benliğime usandım sıkıldım zorladığım soruların peşinde yaşadığım hayattan.. Sormuyorum artık, sanrıların pençesinde kıskıvrak can çekişen hayallerimi bir köşeye bıraktım. O anda hatırladım çocukluğumu, umarsızca hiç insafa gelmeden hayaller kurardım. Kimse dikkate almazdı ama kendi hayallerimi dikkate almayı öğrenmiştim. Zaten hep kendimi dikkate almam gerektiğini çok ufakken öğrenmiştim. En başta vazo kırmadan evde top oynamayı öğrenmeye çalışırken öğrenmiştim aslında kırılanın vazo değil kalp olduğunu. Kalpleri kırmadan yaşamak kendi kalbinin kırılması engel değildi halbuki. İnsan bencil bir mahlukat olmuştu, paleolitik dönemden milenyumun teknoloji çağına kadar. Taş devrinde dahi aşklar bencil yaşanmıştır bana kalırsa. Hayvansallığın doğasını her fırsatta inkar eden insanların hiç biri hayvanca sevmeyi inkar edememiştir bu güne kadar. Çünkü aşk ve birliktelik hayvansal ezgilerle birlikte çalışmayı çok sever ve seven insan sevilmeyi beklediğinden dünyadaki en bencil insan olma yolunda asla geri adım atamaz. İnsanoğlu sevmeyi egoistliği keşfettikten sonra fark etmiştir muhtemelen çünkü birini sevmek için muhtaç olduğunuz kavramlar bencillik ve egodur. Oysaki insan bir tek sevdiğini bilebilir. Buna rağmen insan bu güne kadar bütün gücünü sevildiğini kanıtlamak peşinde harcamış. Kimse kusura bakmasın hiç biriniz sevilmediniz sevenleriniz kendini tatmin etmekte sizi kullandı, ulaştığınız son nokta budur. Üzülmeyin aslında sizde sevdiklerinizi kendinizi fiziksel ve ruhsal tatminde kullandınız. Yani sevmek karşılıklı çıkar ilişkilerine dayandı her fırsatta..

Bir zaman geçer ve yalnızlığın o dayanılmaz huzuruna kendinizi alıştırıverirsin. Hayat olduğu gibi gelip geçer ve "şimdi sende yoksun yanımda" dediğin hiç kimsenin değeri kalmaz aslında. Yanında olmayanlara teşekkür edersin seni sen yapan değerlerini düşünerekten. Birileri varken aslında kendinden taviz verdiğini ve kaybettiğin değerlerini düşünürsün. Evrimin en başından beri değişmeyen en büyük olgu insanoğlunun yalnızlığıdır, fark edersin ki en çok yalnızken kendinsindir ve en çok yalnızlık heveslendirir seni. Varlığımıza hapsolan bir şehvettir bu yalnızken mutluyuz hayatımıza teşebbüs eden kişilikler sadece yalnızlığımızın sıkılmış birer yansımalarıdır. İnsanların ruhlarımıza temas etmesine izin verir ve tekrar vazgeçeriz. Hepimiz yalnız doğduğumuz gibi yalnız ölürüz. Arada yaşadığımız hayatın anlamı asla sevgiyle bağdaşmamıştır. Hayatımızın anlamı tatminle doğru orantılı olmaktan hiçbir zaman kurtulamadı..

Tüm bunları düşünürken kafama yediğim tokatla kendime geldim ve tiksindim kendimden, ne kadar ahlak karşıtı her duyguyu yadırgama düşkünü bir insan olmuştum. Öptüğüm dudaklar da hissettiğim sadece bencillikti. Tadını çıkartmaya karar verdim..




Kadehteki Şizofren

Sek bir votkanın yalnızlığında süzülüyordu yaşamın son damlaların hüznü. Sisli bir gecenin şafak vaktini özümserken ciğerlerinden akıp giden dumanı izlersin. Geceyi terk etmek istersin fakat bilirsin aynı gündüzün gecesinde yine kendinden kaçamazsın. Şiirler dolar sessizliğinin bağ bozumuna. Yarısı içilmiş kırmızı dudak izleri taşıyan geceden kalma bir şarap kadehi kadar soğuk ve kullanılmış hissedersin kendini. Dibini görmeye kimse cesaret edememiştir, senden önce içilen kadehler senin o son shot olmana sebebiyet vermiş ilk yudumlar da verdiğin tat sonradan kusma hissine dönüşmüş ve yatağın yanındaki komodinin üstünde unutulmuşsundur. Belki de senden sonra bir prezervatif değerlenmiştir. Yakılan sigaranın eşliğinde yeniden bakılmıştır sana ve saldığın o sıcaklık için minnet duyguları hissetmiştir birileri.

Muhtemelen sana biçilen değer yalnız bir vücudun tek başına haykırdığı histerik duyguları kapatmaya yetecek kadar çok sinir krizlerine girmeden önce köşedeki bakkaldan alınacak kadar ucuzdu. Bu seni hiç bir zaman ilgilendirmedi biliyorum. Yine erken başladık bu gece kadehlerin boşluğunu saymaya lakin biraz daha umursamaya çalışsaydık hayatı diyorum, acaba mutlu birer kişilik olabilir miydik? Bazen bir şarap kadehi oluyorsun yabancı dudaklarda bazen aynadaki siluetimde görüyorum seni. Sahi ne zamandır soracağım soramıyorum kimsin sen? Ne zaman girdin hayatıma? Hangi zaman diliminde bu kadar yer ettin benliğinde ve hangi karanlığın sessizliğinde ele geçirdin benliğimi?  Ateşler içinde kabuslardan uyandığım anlarda dahi sesini kulağımda duymak zorunda mıyım? Bazen bu sorular geçmiyor değil içimden. Ben sorular sorarım bazen, fazla düşünme, varlığından hiç bir zaman rahatsız olamadım ki zaten.

Bir gölgesin sen çocukluğumdan beri yakamı bir dakika olsun rahat bırakmayan ve her boşluğumda beni tutup çeviren amansız saygısız soluksuz ve hırçın bir gölge. Fırsat bulsan benim hayatımı tek başına yaşayacaksın. Her an içimden fırlamaya hazır dengesiz bir kişiliksin sen. Her nefeste bana yaşadığım hayatın manasızlığını ve sonlu birlikteliğimizi hatırlatıyorsun. Diyorsun ki "insan bir kere gelir bu haysiyeti eksik kalmış yaşama!!"  Senin istediğin bir çingene itaatsizliğin de yaşama sek bir rakının mutluluğunu tatma belki de yolsuz bir göçebenin umutlarını yarınlara taşıma.. Yanlış gezegene yanlış zaman diliminde düştüğünü söylesem sana çok mu kırıcı olurum?

Benim de aşklarım oldu
Ve alabildiğine günahlarım.
Halbuki bigünah olmak istedim
Bütün ömrümce.

Rüştü Onur.. Dizelerine sağlık, bir günaha bağlılık ancak bu kadar güzel ifade edilebilirdi.

Yaşıyorum ortasında vazgeçilmişliğin, biz hüzün geldiğinde gitmek bilmiyor ölesiye kıskanıyor yerine yeni bir hüzün gelecek diye halbuki hiç hesaba katmıyor hayat dediğin münakaşa hep bir hüzünün aldanmasından ibaret olmaktan öteye gidemedi insanlığın bugüne kadar olan yazılı tarihinde. Ve hep isyan ediyor sürekli püskürtüyor insafsız nefesini üzerime üzerime, sanki sonunda yanmaktan bıkacakmışım gibi.

İnandığım değerlere kadeh kaldırdım bugün. Nerede kalmıştım.. Evet kadeh diyordum.. Kadeh ya, inandığım değerlere kadeh kaldırdım bugün, sonra her biri için ayrı ayrı kustum bu şehrin her biri birbirinden ayrı küstahlıklarına gebe sokaklarında. Döndüm yıldızlara baktım, her yıldıza bakışımda ayrı bir kusma hissi geldi içimden, tek başınalığın zarafetindeki her yıldız için bir kere daha sövdüm gökyüzündeki serseri karanlığa. Dalga geçen ben miydim yoksa oralardan biri daha bana sövüyor muydu? Sus demek geldi içimden, bütün karanlığına gecenin olanca gücümle bağırmak istedim. Sus demek istedim, sus ben zaten seni tanıyorum biliyorum bütün hikayelerini tattım artık dinlemek istemiyorum aynı senaryoyu başa sarıp durma artık heyecan vermiyorsun bana!!  Git ve başka düşlerin hayal kırıklıklarıyla dalga geç. Benim suya düşenlerim çoktan bir nergis yaprağıyla beraber bambaşka gitarlara başka ezgilerle eşlik etmekte, sus artık bana söyleyebileceğin söylenmemiş şarkılar tükendi hiç bir beste seni çekici kalamaz ömrümün kalanında. Buraya kadar bana eşlik ettin teşekkürler, parlayıp sönen ışığın daha bir kaç gece öncesine kadar bana hüzünden ziyade umut vadediyordu ama artık sön sus ve yok ol, çekemiyorum seni hayatımın titrek, sönmeye yüz tutmuş loşluğunda.

Gerçekliğin yok oluşunun izlerini taşıyan bir piyano gibi hissediyorum kendimi. Tuşlarımdan akan ezgiler bana ait değil, birileri çalıp gidiyor sonra başkaları gelip çalmak istedikleri hayatın yansımalarını ruhuma işlemeye çalışıyordu..

Çığlık çığlığa bir yalnızlığın ,
son yudumların da kaybolan
amaçsız bir haykırışım.
Suya düşen son çiğ damlasında
dans eden bir ruhum.
Yarım kalmış bir kadehin
sessiz serzenişlerinde
olmayan bir gölge peşindeyim.
Yanmayan bir yıldızım
başını kaldırıp baktığın gökyüzünde
paylaştığın geceye,
eşlik eden bir kediyim belki de.
Son şarkına layık
sevgiliye hasretken sen,
tütünü biçim biçim sardığında
ıslak toprak kokusuyum,
ruhuna değip de geçen.
Dalları kuru,
yazdan bihaber
bir sonbahar ağacıyım.

Kadehin boşluğuna manasızca bakan ve boş gözlerle yol alan şizofrenin son serzenişlerinde buldum kendimi. Kendimi bulmam için önce kaybetmem gerekiyordu. Hayatın bana tam olarak öğrettiği buydu. Bense öğrendiklerimin üstüne ekledim ve parçalandığım noktaların arasında sıkıştım kaldım.Kimse gelip kurtarmadı, ki istese de kimse kurtaramazdı bu hayalsiz geceden ütopik hayallerimi. Varlığımın parçalanmış bütünleri arasında kalan bütün ruhlarla dans ediyorum bu gece. Gökyüzünde dolunay, kahkahasına fütursuzca şiir katıyordu ve biz o yarım kalan kırmızı rujlu kadehi yudumluyorduk.. Sessizliğin ihmal edildiği bir geceydi.








11 Nisan 2013 Perşembe

Sebepsiz


Daha fazla hatıra istemiyorum. Hayattan sıkılmak mıdır bu? Yoksa geçmişe bağımlı yaşamak mı? Her ikiside aynı kapıyı kırıp geçer mi aynı sahilin izbe bir kulübesinde? Hayal kırıklıklarıyla dolu bir hayatın kuytu bir köşesinde kabuğuna sığınmış insanların mutlu fotoğraflarına bir kaç yıl sonra tekrar baktınız mı siz? Hayat geldiği gibi gitmeyi de biliyor değil mi.. İnsanlığa olan inancımı mı kaybettim insanlık mı benden vazgeçti orasını hiç anlamadım ama ben sıkıldım hüküm süren zamanın dengesiz yansımalarından.

 Yansımalar diyorum çünkü hayat boşa giden çabalarımn birer yansıması gibi geliyor. Kaybettiklerimin huzurunda kazandıklarımla teselli olduğum hayat ne kadar kayda değer?  Bunu bir serzeniş değil bir vazgeçiş olarak adlandırın. Vazgeçtim hayatın süregelen dengesizliğine kendimi dahil etme çabalarından. Kalbimden kovuyorum akreple yelkovanın vefasız dostluğunu.. Zaman akıp giderken ben duruyorum ve bakıyorum akıp giden ömürlerin çaresiz çığlığına ve bir ortak daha diyorum içimden.. Hayır, hastalık değil şizofren olmak bu bir yaşama dürtüsü. Kalbimi taşlaştıranları dahi affettim gönülleri hoş olsun. Bu değil mi zaten hayatın kuralı, yaşa ve unut. İsterdimki hiç gerek kalmasın yaşam saatimi bir ileri bir geri almaya fakat korkularım büyük, yaşayamazsam o vakit?

İnsanı yiyip bitiren korkularıdır ve vazgeçemediği korkuları bir yerden sonra ondan vazgeçmeye başlar. Korktuğunuz yüzü dahi unuturusunuz. Sanki hiç bir şey olmamış gibi yaşamaya devam edersiniz ve o anda aslında ne kadar eksik olduğunuzu hissettiğinizde iş işe çoktan koyulmuş siz güme gitmiş hayalleriniz dalda çürüyen güberelere dönmüş demeketir. Açlığın mideyi kemirdiği gecenin yıldızları hapsettiği saatlerde aklınızdan söküp atmaya çalışmanın nafile uğraşlarında bir şişenin kalıntılarında hayallerinizin sönükleştiği loş yatakları izlemeye devam edersiniz yalnızlığın senfonisi henüz ilk şarkısını çalmaya başlamışken. Bu ne son gecesidir tanrıdan istenen intikamların ne de ilk gecesidir hüsranların gıyabında saplanıp kalınmış bomboş bir sessizliğin.

Ben yalnız ben demedim dumanında odamı saran boşluğun. Düşündüm kalpsiz çığlıklara eşlik eden manasız ağıtları. İnsanların kaybettiği değerleri düşündüm kaybolan bir anlayışı anlama çabasıydı benimkisi. Belki de çağ dışı kalan bir ruhu milenyuma uydurma çabasıydı harcadığım zaman. Belki ben çoktan yok olmuştum ama ömrünün geri kalanını yaşamak zorunda kalan siyahi bir köle yada bir piramit işçisiydim. Benim hayallerim çağdışında eşlik ediyordu bana bir kaç bin yıl öncesinden çağırıyordu ruhumun işportaya çıkmış serzenişlerini.

Bir köpeğin bokunun kokusundan alınan ilhamın yansımasıydı benimkisi. Bir köpek oratlığa sıçmış bilniçaltı onu tezeğe dönüştürmüştü kendi içinde. Bir köpek ne kadar içli sıçabilirse o kadar dokunaklıydı duygularımın çığlığı.  Sonsuzluğa açılan bir kayboluşun geçmişinde geleceğimi şekillendirmeye çalışıyordum akıl ve mantığın dokunmakta zorlandığı satırlarımın gidişatında. Meğersem dokunmaya çalıştığım yokluğunda ruhumu boğan vazgeçişlerimmiş. Varsın boğulan bir aşkın terkedilmiş öksüz kalbi olsun. İmkansızlığına rağmen devam etmekte kabul gören bu hayatı yaşamak bana kalan hayal borcu, intikam özlemi ve mecburiyetin hüküm süregelen çaresizliğiymiş.

11 Ocak 2013 Cuma

Atmosfer'e Sıkışan Yolcu


Bir filin sırtında yaşamaya mahkum düz bir tepsinin yaşayan ölüleri olsak daha mı güzel olurdu ki hayatımız? Eskiden herkse böyle düşünürmüş. Ne fark eder ki ha yürüyen bir fil ha dönen bir dünya.. Dünyanın yuvarlak olduğunu öğrenince hayatında anlatmaya değer değişiklikler olan kaç kişi var ki diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Esas sarsıntı o fil yürümekten sıkılırsa veya dünya dönmekten vazgeçerse olurdu bence. Neden olmasın ? Hiç Dünya'nın da intihar edebileceği gerçeğini düşündünüz mü? Bu kadar yük sıkıntı acı yalan dolan ve kalp ağrısını daha ne kadar taşımak isteyebilir ki? Ben olsam çoktan koyvermiştim.. Döndükçe üzerimdeki hayat daha da zorlaşsa idi eğer buna bir son vermek isterdim. Düşünsenize bir nesli tükenen hayvanlar eriyen kutuplar ve gittikçe daha da yavşaklaşan bir insan nesli. Yok dayanacağımı sanmazdım. Dünyamız gerçekten çok güçlüymüş ama Bu zulme daha ne kadar dayanır bilemiyorum.

Ben Dünya olsam arada bir Mars'ı  ve Jüpiter'i karşıma alır, bir büyük açar efkar dağıtırdım. Galaksiyi falan kurtarmaya da çalışmazdım. Aşık oluğum ama başka galaksilerde kayan yıldızlardan bahsederdim belki de. Kara deliklere küfrederdim çaldıkları gezegenleri merak eder nerede ne yapıyorlar diye muhabbeti gelişi güzel piç ederdim. Ben Dünya olsam daha fazla dönmek istemezdim. Bu kadar rezalet bir popülasyona ev sahipliği yaptığım için Güneş'ten ve tüm yıldızlardan utanır kendi kendime soğur, kurur ve çatlardım. Evrende görülmemiş bir patlama yaratmak isterdim.  İçimde biriken nefret öyle büyük olurdu ki patlama ile oluşan bu galaksiyi daha büyük bir patlama ile yok etmek bütün gezegenleri un ufak yapmak isterdim. Güneşe yaklaşamayacağıma göre kesin Jüpiter'e yada Uranüs'e çatardım. Uranüs'ün halkalarını bilir misiniz? Bir dansçının hulahoplarına benzerler. Onları gördüğünüz zaman uzayda dans eden kelebekleri hatırlarsınız.  Uzayın boşluklarında dans eden kelebekler olsa çok güzel olurdu. Bir astronot olduğunuzu düşünün ve göktaşları arasında dans eden kelebeklere rastladığınız. O an yaşayacağınız heyecan oksijensizliğin doruklarında dahi sizi yaşamın kaynağına aşık edebilir.

Bana kalırsa, Dünyamız uzayın striptizci bir tanığı. Bir tek ay var üstünde, geri kalan her şeyi çıkartıp atmış ve sonsuz bir direğin etrafında yıkık dökük şehirlerine inat dönmeye devam etmekte. Unuttuğu içine gömdüğü büyük aşkları büyük kederleri düşünün bir. Bu gezegenden yükselen acıyı ve tutkuyu hissedebiliyor musunuz? Milyarlarca insan ve hayvanın her nefes alıp verişindeki sonsuz dehşeti fark edebiliyor musunuz? Dünya ki Birbirine düşman iki kişiliği barındıran bir şizofren, ne zaman bir tarafı aydınlık olsa öbür tarafı karanlığa mahkum. Dünya ki varacak bir noktası olmayan ama sürekli kendi etrafında dönen bir ayyaş. Dünya aslında üzerinde yaşayan her mahlukatı sonuna kadar evrene yansıtan mavi bir gezegen.  Parladıkça karanlığı kendisine daha çok çeken bir aşık gibi. Güneş'e aşık fakat Ay'a mahkum bir işçi belki de.  Mahkum demişken Dünya'nın tıkıştırıldığımız bir tımarhane olmadığını kim söyleyebilir? Evren'in gayri meşru piçlerini attığı bir çöplük olduğumuzu düşünüyorum. Bir gün bu çöplükteki çocuklar büyüdü ve işler kontrolden çıktı.

Ben Dünya olsam en azından sadece bir gün tersine dönerdim. Dönerdim ki insanlar bir kaç saatliğine de olsa pişmanlıklarını ve hayatlarını yeniden düzene koyabilsin. Zaman ömürde bir defalığına dahi geriye akmaya karar verse gelecekte yok ettiği bir çok hayali yeniden yaşatabilmek adına yeni umutlar verebilirdi insanlığa. Yok olan umutları için ikinci bir şans verilseydi aklının tecavüzüne uğramış bu garip insanlık kalbinin sessiz ama derinden öpücüklerini hissederdi.

9 Ocak 2013 Çarşamba

Yaşam


Yaprak solmak için bekler,
Sonbaharı
Her gül kokusunu yitirir
En güzel an biter,
Aklında hayat kalır.
Yaşadığım her şey,ölemediğim için
Ölmüne seversin,öpersin, söversin
Sonra çekip gidersin
Ellerin ağlar, gözlerin üşür
Kalbin susar, dudakların ölür.


Gecenin ıssızlığında bir şizofren
Hayat, ölümü elinden almış.
Anılarımdan asın beni bu gece
O son tekmeyi Aşk atsın,
Hayallerimin en ücra yerinden.

Bütün sevmeler ayrılığa adanmıştır
Sonsuzluğun kapladığı boşlukta
Sona adanmış bir yaşam
 

" Yalnız " 1 Duble"

Suskunluğumun en ince yerinden sarıl, boğ beni
Kemiklerimden kopart hayallerime sar beni
Deniz yalnızlığını korkutursa eğer
Sula bedenimi hasretle gözlerine göm beni.

Önceleri dudaklarına susardım,
Şimdi sensizliğe susuyorum.



       Soğuk dipdiri ayazın surat eskittiği gecenin ortasında bütün bu buzul çağının en sıcak çiçeğiydin sen. En soğuk havalarda bile yanandım seninle, öyle ya bu şehir hep soğuk, hep hüzünlü . En gri sabahlarımın en parlak güneşi hep sen oldun. Kollarımın arasında bütün anılar.



7 Ocak 2013 Pazartesi

Sonbahar Dumanında Kaybolan Heceler

   Sebepsiz takıntıların kopçasında sallanan beceriksiz bir zamparanın asılsız yalanlarında can çekişmesine benziyor suyun akışından bir türlü esinlenmeyen düşüncelerimin ölçüsü. Hayatın çizelgesinde kendisine olanaklı bir satır bulamamış havada kalmış bir elementleri andırıyorlar. F tipi gerçeklerden kaçıp özgür ormanların lirik manzarasında kayboluyorum. Her saniye vuruşunda bedenim acıdıkça ruhumu arındıryordum gerçeğin çarpıklığından. Yıkıntıların yok oluşların temelinde yükselen amansız yeniden doğuşlara nefretle katlanmak zorundayım.  Tımar edilmeye muhtaç bir deliye dönüşmem an meselesi.

Yalnız bir gecenin muhtaç olduğu yıldız
Sonsuz karanlığa aşık bir pranga
Yenilmiş mazinin kurbanı bir ruh
Boyanmaya hasret bir resim gibiydi
Boşluklarından seyrettiğim yaşam.
Geçmiş, kayıp elzem
Düşen meleklere ithaf edilen
Arsız şeytanlarla dansa tutulmuş
Güneşin doğuşunu unutmuş
Bedensiz bir ruhu andıran
Hayalleri patlak bir otobüs misali
Peşimde süregelen.


   Gölgelere adanmış hayatların sessizliğine alışkın insanlar vardır korku dolu gözlerin arkasında. Tutsaklığında hayallerin tutkuların ve inançların yaşamaya çalışırlar bozuk bir musluk gibi damlayan zamanı. Bazen akıp gidenin zaman tesir göstermez kanayan yaraların kabuğundan kopan çığlıklara. Yaşamak zorunda olduğumuz hayatı daha kendisi doğmadan yazılmış kurallara göre yaşayan insanlar çoğunluktadır.