Kadın geldi ve oturdu yatağın boş köşesine, hafifçe baktı suratıma efendim dedim? Daha demin dans eden şarkılar söyleyen sen değil miydin ne ara böyle sessiz mahmur bir tavır takındın? Ne zaman karar verdin böyle kör düğüm sancıların elçisi olmaya. Evet, dedim söyle dedim.. Aklından geçenler nedir? Ama o söylemedi, baktı yüzüme anlamsız tebessümünde bir itiraf vardı sanki, sanki vazgeçmişti hayattan ve yaşamının geri kalan boşluğundan. Hepimiz boşlukta değil miyiz? dedim. Hangimiz yaşadık ki bu kuytu hayatı gönülden geldiği kadar kasvetli ve tutkulu? Söyle dedim sarstım onu.. Konuşmadı.. Bir kadın konuşmak istemezse konuşmaz.. Bunu daha önceden de öğrenmiştim ama bu sefer koydu sanki biraz. İstemiştim ki konuşsun, bu kadın bu sefer konuşsun istedim ama hiç bir kadın konuşmazdı ki o da konuşmadı sustu ve baktı gözlerimin içine. Bakma dedim git dedim istemiyorum seni uzak dur ruhuma işleme duvarlarla arkadaş etme beni kanıma girme dedim. Hiç dinletemedim. Ben zaten hiç bir kadına dinletemedim bu güne kadar.
Suratıma bakarken bir sigara istedi daha ne olduğunu anlamadan aldı ve yaktı. Dumanı yaktı gözlerimi konuşmaya çalışırken boğuldum, güldü biraz. O bazen gülerdi ve güldüğünde çok güzel olurdu özellikle güldüğünü düşünürdüm bazen. sanki güldüğünde beni alıp ellerine boğacakmış gibi olurdu. Çünkü o gülerken hiç bitmesin isterdim ve bittiğinde boşluğa düşerdim sanki. O gülerdi ben gülerdim, oysa gülmek için en ufak bir sebebim yoktu ama o güldükçe ben daha çok gülerdim. En saçma anılara dahi gülerdi. Çünkü bilirdim her şeyin bir makarnanın rüyası olduğunu ve uyandığımızda her şeyin biteceğini bu sebepten o güldükçe anı olsun diye bende gülerdim. o sanırdı ki kendine gülerim, halbuki ben hayatın manasız zamanlarında gülmeyi alışkanlık edinmiş bir bedene sıkıştırılmış saçma bir yansımaydım. Ben yansıdıkça gülmeye devam ettim o ben güldükçe anlatmaya devam etti. Ne anlattığını hatırlamıyorum bile ama o güldüğü için sanki hayatımın en özel gecesiymiş gibi geliyordu, biliyordum hissediyordum yaşananların sahteliğini ve birazdan sevişince her şeyin manasızlığını fark edip apayrı dünyalara bürüneceğimizi ama yine de kendimi bu yalan ortak etmek istiyordum. Çünkü insanlar alıştırmış kendilerini bu yalanlara ortak etmeye. Neden ben onlardan farklı olayım ki? Farklı mıyım ben? Bireylerin zevk almak için uydurduğu yalanların hüküm sürdüğü bu toplumda bir parça olmaktan neden çekineyim ki? Neden farklılığımı ortaya koyup acılanan acı çeken bir ruha emanet edeyim kendimi? Ama yapamadım, güldüm bi süre sonra duruldum. Hala bir şeyler anlatıyordu. O sırada bütün vücudunu ve mimiklerini gözden geçirecek vaktim olmuştu. Aslında onu da dinlemiştim, yani dinlemiş gibi yapmamıştım gerçekten dinlemiştim. Ben hala çaktırmadığımı sanarken sordu bir anda ne oldu dedi? Yok bir şey dedim, ısrar etti. Nasıl söylerdim bütün hayatın manasızlığını ona yüklediğimi yaşadığımız rüyanın bitişini gördüğümü hangi gerçekliğin tanrısı söyletebilirdi bana? Yalanlar söyledim gözlerine bakarak nasıl güzel dudakları olduğuna inandırdım ona oysa ki söylediğim bir şamanın evrimini destekleyen teoriler kadar yalandı. Bir şaman olsam hayvana dönüştüğüme ikna edemezdim belki ama onu güzel dudaklara sahip olduğunu düşündüğüme ikna ettim ki gerçekten güzel dudakları vardı. Asla yanlış yerden giriş yapmazdım, bunu çok ufakken keşfetmiştim. iltifat ettiğim zaman tamamen doğru noktaya parmak basmak eski bir alışkanlığımdı.
Aklıma geldi bir an çaresiz yalanlarımın sonsuz boşluğunda kaybolan kişiliğim. Dur dedim kendi kendime, dur dedim ve bu sefer gerçekten olan biteni anlat. Dur dedim, yeter dedim insanlığa ve kendine olan inancını kaybetmişliğin. Şansını dene ve ne olacağını düşünme. Oysa ki bunu daha öncede yapmıştım. Doğruları söylediğimde başıma gelecekleri çok önceden test etmiştim. Lakin içimde beni yiyip bitiren bir sürüngen vardı, eğer bunu bir kez daha yapmazsam o beni boğacaktı. Dayanamadım, ne kadar büyük bir boşluğun ortasında olduğumu fark ettim bir kez daha. İstemiyorum dedim!! Bu yalan senaryoya dha fazla katlanamıyorum, anlat dedim, otur ve anlat ulan!! Bana gerçekten ne hissettiğini neler yaşadığını anlat dedim. Merak ediyorum dedim gerçekten neler yaşadın, bugüne kadar kimler hasat etti en saf duygulara gebe yüreğini hangi kuytu köşede kaybettin yaşama olan inancını? Sustu şaşırdı ve baktı gözlerime.. Susma dedim, hepimiz kaybolan bir sayfanın yansımasıyız biz yaşamadan asla temiz bir sayfa açılamayacak lütfen dedim anlat bana.. Sesi soluğuna karıştı, heyecanlandı üstüne gidince
Bıraktım zaman verdim düşüncelerime, sigara yaktım şarap içtim farklı hayatlara girdim çıktım.. Zaman geçtikçe kendimden uzaklaştım dışarıdan baktım benliğime usandım sıkıldım zorladığım soruların peşinde yaşadığım hayattan.. Sormuyorum artık, sanrıların pençesinde kıskıvrak can çekişen hayallerimi bir köşeye bıraktım. O anda hatırladım çocukluğumu, umarsızca hiç insafa gelmeden hayaller kurardım. Kimse dikkate almazdı ama kendi hayallerimi dikkate almayı öğrenmiştim. Zaten hep kendimi dikkate almam gerektiğini çok ufakken öğrenmiştim. En başta vazo kırmadan evde top oynamayı öğrenmeye çalışırken öğrenmiştim aslında kırılanın vazo değil kalp olduğunu. Kalpleri kırmadan yaşamak kendi kalbinin kırılması engel değildi halbuki. İnsan bencil bir mahlukat olmuştu, paleolitik dönemden milenyumun teknoloji çağına kadar. Taş devrinde dahi aşklar bencil yaşanmıştır bana kalırsa. Hayvansallığın doğasını her fırsatta inkar eden insanların hiç biri hayvanca sevmeyi inkar edememiştir bu güne kadar. Çünkü aşk ve birliktelik hayvansal ezgilerle birlikte çalışmayı çok sever ve seven insan sevilmeyi beklediğinden dünyadaki en bencil insan olma yolunda asla geri adım atamaz. İnsanoğlu sevmeyi egoistliği keşfettikten sonra fark etmiştir muhtemelen çünkü birini sevmek için muhtaç olduğunuz kavramlar bencillik ve egodur. Oysaki insan bir tek sevdiğini bilebilir. Buna rağmen insan bu güne kadar bütün gücünü sevildiğini kanıtlamak peşinde harcamış. Kimse kusura bakmasın hiç biriniz sevilmediniz sevenleriniz kendini tatmin etmekte sizi kullandı, ulaştığınız son nokta budur. Üzülmeyin aslında sizde sevdiklerinizi kendinizi fiziksel ve ruhsal tatminde kullandınız. Yani sevmek karşılıklı çıkar ilişkilerine dayandı her fırsatta..
Bir zaman geçer ve yalnızlığın o dayanılmaz huzuruna kendinizi alıştırıverirsin. Hayat olduğu gibi gelip geçer ve "şimdi sende yoksun yanımda" dediğin hiç kimsenin değeri kalmaz aslında. Yanında olmayanlara teşekkür edersin seni sen yapan değerlerini düşünerekten. Birileri varken aslında kendinden taviz verdiğini ve kaybettiğin değerlerini düşünürsün. Evrimin en başından beri değişmeyen en büyük olgu insanoğlunun yalnızlığıdır, fark edersin ki en çok yalnızken kendinsindir ve en çok yalnızlık heveslendirir seni. Varlığımıza hapsolan bir şehvettir bu yalnızken mutluyuz hayatımıza teşebbüs eden kişilikler sadece yalnızlığımızın sıkılmış birer yansımalarıdır. İnsanların ruhlarımıza temas etmesine izin verir ve tekrar vazgeçeriz. Hepimiz yalnız doğduğumuz gibi yalnız ölürüz. Arada yaşadığımız hayatın anlamı asla sevgiyle bağdaşmamıştır. Hayatımızın anlamı tatminle doğru orantılı olmaktan hiçbir zaman kurtulamadı..
Tüm bunları düşünürken kafama yediğim tokatla kendime geldim ve tiksindim kendimden, ne kadar ahlak karşıtı her duyguyu yadırgama düşkünü bir insan olmuştum. Öptüğüm dudaklar da hissettiğim sadece bencillikti. Tadını çıkartmaya karar verdim..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder