11 Nisan 2013 Perşembe

Sebepsiz


Daha fazla hatıra istemiyorum. Hayattan sıkılmak mıdır bu? Yoksa geçmişe bağımlı yaşamak mı? Her ikiside aynı kapıyı kırıp geçer mi aynı sahilin izbe bir kulübesinde? Hayal kırıklıklarıyla dolu bir hayatın kuytu bir köşesinde kabuğuna sığınmış insanların mutlu fotoğraflarına bir kaç yıl sonra tekrar baktınız mı siz? Hayat geldiği gibi gitmeyi de biliyor değil mi.. İnsanlığa olan inancımı mı kaybettim insanlık mı benden vazgeçti orasını hiç anlamadım ama ben sıkıldım hüküm süren zamanın dengesiz yansımalarından.

 Yansımalar diyorum çünkü hayat boşa giden çabalarımn birer yansıması gibi geliyor. Kaybettiklerimin huzurunda kazandıklarımla teselli olduğum hayat ne kadar kayda değer?  Bunu bir serzeniş değil bir vazgeçiş olarak adlandırın. Vazgeçtim hayatın süregelen dengesizliğine kendimi dahil etme çabalarından. Kalbimden kovuyorum akreple yelkovanın vefasız dostluğunu.. Zaman akıp giderken ben duruyorum ve bakıyorum akıp giden ömürlerin çaresiz çığlığına ve bir ortak daha diyorum içimden.. Hayır, hastalık değil şizofren olmak bu bir yaşama dürtüsü. Kalbimi taşlaştıranları dahi affettim gönülleri hoş olsun. Bu değil mi zaten hayatın kuralı, yaşa ve unut. İsterdimki hiç gerek kalmasın yaşam saatimi bir ileri bir geri almaya fakat korkularım büyük, yaşayamazsam o vakit?

İnsanı yiyip bitiren korkularıdır ve vazgeçemediği korkuları bir yerden sonra ondan vazgeçmeye başlar. Korktuğunuz yüzü dahi unuturusunuz. Sanki hiç bir şey olmamış gibi yaşamaya devam edersiniz ve o anda aslında ne kadar eksik olduğunuzu hissettiğinizde iş işe çoktan koyulmuş siz güme gitmiş hayalleriniz dalda çürüyen güberelere dönmüş demeketir. Açlığın mideyi kemirdiği gecenin yıldızları hapsettiği saatlerde aklınızdan söküp atmaya çalışmanın nafile uğraşlarında bir şişenin kalıntılarında hayallerinizin sönükleştiği loş yatakları izlemeye devam edersiniz yalnızlığın senfonisi henüz ilk şarkısını çalmaya başlamışken. Bu ne son gecesidir tanrıdan istenen intikamların ne de ilk gecesidir hüsranların gıyabında saplanıp kalınmış bomboş bir sessizliğin.

Ben yalnız ben demedim dumanında odamı saran boşluğun. Düşündüm kalpsiz çığlıklara eşlik eden manasız ağıtları. İnsanların kaybettiği değerleri düşündüm kaybolan bir anlayışı anlama çabasıydı benimkisi. Belki de çağ dışı kalan bir ruhu milenyuma uydurma çabasıydı harcadığım zaman. Belki ben çoktan yok olmuştum ama ömrünün geri kalanını yaşamak zorunda kalan siyahi bir köle yada bir piramit işçisiydim. Benim hayallerim çağdışında eşlik ediyordu bana bir kaç bin yıl öncesinden çağırıyordu ruhumun işportaya çıkmış serzenişlerini.

Bir köpeğin bokunun kokusundan alınan ilhamın yansımasıydı benimkisi. Bir köpek oratlığa sıçmış bilniçaltı onu tezeğe dönüştürmüştü kendi içinde. Bir köpek ne kadar içli sıçabilirse o kadar dokunaklıydı duygularımın çığlığı.  Sonsuzluğa açılan bir kayboluşun geçmişinde geleceğimi şekillendirmeye çalışıyordum akıl ve mantığın dokunmakta zorlandığı satırlarımın gidişatında. Meğersem dokunmaya çalıştığım yokluğunda ruhumu boğan vazgeçişlerimmiş. Varsın boğulan bir aşkın terkedilmiş öksüz kalbi olsun. İmkansızlığına rağmen devam etmekte kabul gören bu hayatı yaşamak bana kalan hayal borcu, intikam özlemi ve mecburiyetin hüküm süregelen çaresizliğiymiş.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder